top of page

Yazarın Son Yazıları

nurten bengi aksoy

 

yazıları:

 

*ah bu şarkıların...

 

*yalın mı yalnız mı?22.aralık

 

*sinemasız günler

 

*hayata not düşmek

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SİNEMASIZ GÜNLER

 

1960'lı yıllar, çocukluğumun ilk yılları... O günlerde izlediğim ve çocuk aklımda kalan filmler "Ayşecikli", "Ömercikli" bol gözyaşılı  filmler. Bir de ilkokulda okulca izlediğimiz "Kötü Tohum" filmi...

 

Kötü Tohum'u hatırlamak için şöyle bir google hazretlerine danışayım dedim, neler neler buldum bu filmle ilgili. Mesela; Türk Sinemasının bu güne kadar yaptığı en iyi psikolojik gerilim filmlerinden birisi olduğunu, zamanında tiyatroda olay yaratan bir oyunun sinemaya uyarlanmış hali olduğunu ve TRT'de yayınlanan ilk Türk filmi olduğunu öğrendim. O filmi izlerken beni en çok etkileyen, biz yaşlardaki Alev Oraloğlu'nun sergilediği büyük oyunculuktu. Hem korkarak hem merakla izlemiştim o filmi.

 

Aslında sinemayla çok da haşır neşir bir aile değildik, galiba tiyatroyu daha çok seviyorduk. Bu sevgi belki o yıllarda yaşadığımız semtin konumundan kaynaklanıyordu, belki de aile büyüklerinin seçiciliğinden. Örneğin; ünlü tulûat sanatçısı İsmail Dümbüllü komşumuzdu, her gün okula giderken penceresinin önünde oturan o usta sanatçıya gülümseyerek selam verirdik, o da bize temennâ ederdi. Sonra ilk Türk tiyatrosu olan Güllü Agop tiyatrosu -ki daha sonra Azak Tiyatrosu olmuştu- yine bizim mahalledeydi. Bu sahne daha sonra Gönül Ülkü & Gazanfer Özcan Sahnesi olmuştu. Bir de Nejat Uygur'un tiyatrosu vardı, sık sık gidip bol bol güldüğümüz, bu arada Saraçhanedeki şehir tiyatrosunu da anmadan geçmeyeyim...

 

Bu yıllarda hepinizin bildiği gibi yazlık bahçe sinemaları vardı bir de; yan yana dizilmiş tahta sandalyelere kurulur (buna ne kadar kurulmak denirse) bir elimizde gazoz şişesi, diğerinde çekirdek külahı hayal alemlerine dalıp giderdik.

 

Şimdi düşünüyorum da bizim ev, o yıllarda tam bir kültür merkeziymiş meğerse (!) Evet, evimizin balkonu mahallenin yazlık sinemasına bakardı ve biz bütün yaz o acıklı, ağlak şarkılarla bezenmiş Türk filmlerini izlerdik ayağımızı uzatarak, çaylarımız ve çekirdeklerimiz eşliğinde, hem de bedavaya.

 

Belki bu doygunluk hissi belki de 60'lı yılların sonunda başlayan seks filmleri furyası sinemayla aramdaki mesafeyi biraz daha açmıştı.

 

Bu uzaklaşmaya bir başka etken de galiba evden okula giderken geçmek zorunda kaldığımız Şehzadebaşı'nın içler acısı haliydi. O seks filmleri furyası tüm hızıyla bu semtte yaşanıyordu. Yan yana sıralanmış sinemalarda, sabahtan akşama bu tür filmler oynatılıyor, boy boy müstehcen (!) afişler üzerinde komik mi komik; ama bir o kadar da ürkütücü isimlerle izleyici çekiliyordu bu sinemalara. İşşiz güçsüz bir sürü insan da buralarda volta atıyordu bütün gün ve biz Cibali Lisesi'nin talihsiz kızları her gün bu yoldan geçmek zorundaydık, varın siz düşünün hal-i pür melâlimizi (!)

 

İşte bu nedenle 70'li yıllardan bu güne benim bir yılda gittiğim film sayısı beşi altıyı geçmez; ama gittiğim filmlerin hepsinin de bende ayrı bir yeri, ayrı bir anısı olmuştur.

 

O ilk gençlik yıllarında, henüz lise öğrencisiyken güvenle (!) gidebildiğimiz sinemalardan biri Fatihteki Renk sinemasıydı, burada izlediğimiz "To Sir With Love" ile "Love Story"yi aradan geçen onca yıla rağmen hiç ama hiç unutamadım.

 

Sonra fakülte yılları... O yıllarda "Beyoğlu'na çıkmak" diye bir kavram vardı İstanbullular arasında; öyle sıradan, günlük kıyafetlerinizle gidemezdiniz Beyoğlu'na, şık olmanız, süslenmeniz, tavır ve davranışlarınızda ölçülü olmanız gerekirdi. Burada da gittiğimiz iki sinema vardı; Fitaş ve Emek sinemaları. Nasıl görkemli, nasıl muhteşem gelirdi gözümüze, o kadife bordo perdeleriyle. Hele ki şimdilerde yıkılıp yerine o uğursuz AVM'nin yapılacak olması, Emek sinemasıyla ilgili "Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde" dizesini getiriyor aklıma hep, ne acı...

 

Evet, işte bu muhteşem sinemalarda izlediğim filmler de tıpkı o salonlar gibi muhteşemdi... Rüzgar Gibi geçti, İrlandalı Kız, Notre Damın Kamburu, Neşeli Günler, Casablanka, Kaldırım Serçesi...belki bunlara ekleyebileceğim ama şu an aklıma gelmeyen bir iki film daha...

 

Kısıtlı harçlıklarımız ve zar zor aldığımız izinlerle tıklım tıklım dolu salonlarda izlediğimiz bu filmlerin güzelliğini nasıl unutabilirim?

 

Bir de bugüne dönüp bakıyorum, şimdi de yılda ancak üç dört filme gidiyorum, bazen sadece iki üç kişi izliyoruz filmi. Çok seçici davranmama rağmen bazen umduğumu bulamıyorum; ama son yıllarda güzel filmler izlediğimi de itiraf etmeliyim.

 

Nurten Bengi Aksoy

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

maviADA gönüllülükle ve imeceyle oluşan, yaşayan bir yapılanmadır. Emek vereni onere etmek ilkesiyle kuruludur.

 

maviADA'ya düzenli yazmayan, arada bir uğrayanlar KONUKLAR bölümünde yer alır. Düzenli yazan ve isteyen üç yapıttan sonra YAZARLAR bölümüne geçebilir. Aralıksız olarak üç ay boyunca da yeni bir ürün eklemeyen  KONUKLAR bölümüne aktarılır, altı ay bir hareket görülmeyen sayfaları maviADA isterse  kaldırır. KONUKLAR bölümüyle YAZARLAR arasında tek fark YAZARLAR'da kişiye özel sayfa açılıp özgeçmişi ve yapıtlarına yer verilirken berikinde sadece katılımı olur.

 

maviADA'DA en az üç yazısı yayınlanan ya da maviADA'nın 12 yılılk geçmişinde bir nedenle yer almış kişiler istenirse YAZARLAR bölümünde yer alır. Adlarına özel sayfa açılır. Özgeçmişlerine de yer verilir.

 

Yer alan her ürün maviADA'da yer alma kurallarına tabidir.Dergi dilediği zaman ve biçimde sayfaları değiştirip, kaldırabilir

  • Wix Facebook page
  • Wix Twitter page
  • Wix Google+ page
bottom of page