Zehra Serra Baş
yazılar
*bakış ve ses
BAKIŞ VE SES
Gitar konuşur, masa konuşur, sandalye konuşur bir tek insan konuşmazdı. Hiçbir şeyi unutmaz ama kendisini unutmak isteyenlerinin geçmişlerini, bütün tanıklarını ortadan kaldırmayı iş edinirdi. Aynı zamanda suçluluk duygularından da arınmış olurdu.
İki yanı da keskindi.
Konuşur gibi görünür; oysa hep susar; anlatamaz iç sesindeki doluluğu, taşkınlığı. Kendisini yaygınlaştıran bir lakırdı bolluğu ve lakırdıyı doğuran çevresel çığlığını bir türlü taşıramaz.
İnsan bir karmaşadır. Ağzı plasterle, yüreği plasterle. Plasterli esir. Bütün bunlar hakkında, bu çarpan yürek hakkında hiç bir şey bilmez. Saf, temiz acıları ve hazlarıyla yapayalnızdır. İçinde de kocaman çocukluğu…
Göründüğü gibi bunalım içinde bir toplumuz. Ekonomide, kültürde, politikada, cinsellikte çatırdayan güm güm sesler… Neden televizyonda, radyoda internette, sürekli doldurulan insan? Bilgi veriyor, veriyor...
Peki, nerede duracağız?
Yaşadığımız dönem mi giydiriliyor benliklerimize, gerçekten bir modanın temsilcileri miyiz? İlk bakışta böyle görünüyor. Kollektif bir arzunun anlamını devingenleştiren bireyler. Bu da lakırdı bolluğu. Biz neyiz? İnsan; zarar görmeksizin o anda kendi kendini betimleyebilen, kendi derinliklerine dalıp o karanlıktan parçalar koparıp yüzeye çıkarabilendir.
Her şey aydınlanmış değildir. Bilinç dışında gizlenen neyse, geriye ittiğimiz engelin ardında susarız yine. Davranış bozuklukları ve özellikle görüş bozukluları. İyileşmek için ne yapmalı? Geçmişin karanlığına dalmamak; bakmaya cesaret etmek. Günah keçisine kin duyan akıl almaz kalabalıklar ,insan gövdelerinden bir okyanus.
Değerlerin alt üst edildiği kaba gerçeği yalanını uydurup, dile getirdiği iktidarın bastırıp sakladıklarını, hepsini sayıp dökmek bıkkınlık verir; yine susarız. Son sözümüzün olmamasından, sözcüklerimizin çalıntı olmasından, aç seslerimiz anaforlaşmış bir işkenceye uğratılmış eğilip bükülmüştür. İçimizde kalmış bu sesler ‘’son söz’’ parodisine dönüşene kadar konuşmayan ölüleriz. İçimizde yarattığımız çatallı seslerimiz bir işkenceye hapsedilir.
Bakış ve Ses… Vücudumuzun o göz kamaştırıcı ses okyanusunu üretebilmek için kasılması, eğilip bükülmesi, ses emeği midir? Konuşmanın güzelliğini, gücünü kabul eden bakıştır. Ses beklenmedik bir hata yaptığında, sürçüp düşüşe geçtiğinde,’’ sizi uyarıyorum, bu kız bir hiç, sesini yükseltemiyor, bir hiç…’’ diyecek olanın profili ortadadır. Taş gibi hareketsiz, görünmeyen, yitip giden dışarıdan gelecek olumsuz etkilere maruz kalandır.
Bakış ve Ses… Aynı zamanda her türlü yaratıcılığı işleten bir güçtür.
Son söz: ’bu kız bir ses –bir ses mi? ’Sonsuzluk; doldurulamaz büyük bir boşluktur. Dış dünya ile aramızdaki mesafe ayıran bir duvardır. Ses ve bakış eksikliğinin duvarı. Aynı zamanda tanıktır ve düğümdür. İletişimin bir düğümü. Son sözü söylemek; arzularımızın, sevgi sözcüklerimizin çaprazında birbirlerine üzerinden kayarlar. Çerçevemizde sergilediğimiz görünüm; soğuk, ısrarcı, sert ve kesin olmamalıdır.
Tonlamamız, jestlerimiz, bakışımız yüzümüzdeki aydınlığın bir işareti olmalıdır. Kurnaz ve oldukça itici bir biçimsellikten uzaklaşmak ses ve bakışı olumlandıracaktır. Sesler ve bakış sustuğunda, ölüden farkımız kalmaz. Eksikliğinin nedeninde güvensizlik, katılık, hatta çekingenlik mi yatıyor? Kesinlikle. Bu gerçek vurgu, bize seslenen bu bakış azlığı bu cansızlıktan kaynaklanıyor. Burada kendini itiraf eder. Bu gerçeklikle, kaşımızın gözümüzün olması örtmez bizi. Bu dramı yaratıcılık gerçeğinden uzaklaştırır. Kendi sesimize ve bakışımıza güvenmeli ve onları konuşturmalıydık.
Bakış ve sesi; tek bir ritme bağlamak, hepsinden baskın bir öğenin buyruğuna vermek, kimi parçaları gözden çıkarmak, kimi parçaları sınırlandırmak ve genelleştirmekti içimizdeki hayat.
Sanal sanrıları gerçeğe yamayarak dünyamız sömürgeleşiyor, akıl dışı bir sosyal düzende değiş, başkalaş mizacına uygun yepyeni insan profili oluşuyor. Bu, dayanılması güç baskıdır.
Sahi siz, bu geometrinin neresindeki bir şekilsiniz?