SÜLEYMAN REİS
ANABASİS /ONBİNLERİN DÖNÜŞÜ
ve TRABZON
ANABASİS/ONBİNLERİN DÖNÜŞÜ/XenophonM.Ö 400 yılında Pers kralının ölümü üzerine iktidara sahip olmak isteyen iki prensin savaşını savaşını konu alan kitap savaşa katılan Xenophon tarafından yazıldı. Anabasis veya On Binlerin Dönüşü diye Türkçeye de çevrilmiştir. Pers prensi Kyros, ağabeyi kral Artakserkses'e karşı Grek paralı askerlerini de içine alan bir orduyla Lidya'nın Sardes kentinden yola çıkar... |
---|
Meryemana manastırı /MAÇKA/ TrabzonZor bir yolculuktan sonra Trabzon'a varırlar... Denizi ilk gördükleri yer İskobel Yaylası (Tehekes Tepesi), Maçka'daki Sümela'ya yakın bir konumda yer alıyor. Xenophon ve arkadaşlarının MO 4. yüzyılda, günümüzdeki İzmir’den İran’a, İran’dan da Karadeniz’e varmak için çıktıkları yolda denizi ilk gördükleri ve küçük bir kurtuluş anıtı oluşturdukları mevkidir. |
ANABASİS / ROTAFırat üzerinde Kunaksa'da yapılan savaşta Kyros ve generalleri öldürülünce, yurtlarından 2400 km. uzaktaki askerler umutsuzca ülkelerine dönmeye çalışır. Yazarın yani Xenophon'da yönetim kademesinde bulunduğu ordunun plani KARADENİZ'e ulaşmak sonra da gemilerle yurtlarına dönmektir. |
karadeniz /pontus |
Trapesus’a varış şu cümlelerle başlıyor: Buradan sonra, iki günde yedi parasang yol giderek Trapezus’tan denize vardılar. Burası Sinope’nin kolonisi idi. Pontos Eukseinos kenarında ve Kohlar’ın memleketinde kurulmuştu. Helenler burada, Kohlar’ın köylerinde 30 gün dinlendiler. Ve buradan Kohlar’ın memleketini yağmaladılar. Trapesuslular onlara satılık yiyecek arz ettiler. Onları şehre aldılar ve sığır, un, şarap gibi hediyeler verdiler. Komşularla dostluk ahdetmeleri için aracılık yaptılar. Bunlardan da dostluk hediyesi olarak sığırlar geldi.(Anabasis s 151)
Bölgemizle ilgili bilinen bu en eski yazılı kaynakta orijinal anlamıyla ifade bulmuş olan PONTOS kavramı günümüz yorumlarına açıklık getirecek nitelikte olması bakımından oldukça önemlidir. Her nedense, bugün, Pontos denince Rum, Rum denince de akla Egenin karşı kıyısı gelmektedir. Eğer biraz dikkat edilecek olursa, bu kavramdan böyle bir anlam çıkmamaktadır. Zira, Xenophon, kurucularını belirtmeden,açık ve net bir ifadeyle; ‘Trapesus Kohların memleketinde ve Pontos Eukseinos kenarında’, yani, ‘Karadeniz kenarında kurulmuş bir şehirdir ‘demektedir.
Pontos sözü Karadeniz’in mitolojik adıdır. Coğrafi bir kavramdır ve tek başına Karadeniz anlamına gelir. Zamanla, Sinop’tan Karadeniz’in doğusundaki kıvrımın ortalarına kadar olan sahanın siyasi adı olmuştur. Helence değildir. Helenler bu mitolojik Pontos adına Eukseinos sözünü eklemek suretiyle Karadeniz’i PONTOS EUKSEİNOS olarak ifade etmişlerdir. Eukseinos sözü misafirperver anlamına gelir. Bu, kimilerince Karadeniz’in, kimilerince de yerel kavimlerin haşin karakterini anlatmak için kullanılmış ironik bir ifadedir.
Bu paragrafta üzerinde durulması gereken bir diğer husus, Burası Sinope’nin kolonisi idi ifadesidir. Sinope merkez olmak üzere Amisos, Kotyora, Kerasus ve Trapesus Sinope’ye bağlı birer kolonidirler. Koloni kurma faaliyetleri ilk M.Ö. 750-650 yıları arsında başlamış, ancak sınırlı sayıda kalmıştır. Koloni kurma çalışmalarının ikinci evresi M.Ö.650-550 yılları arasıdır. Bu dönemde onlarla, belki de yüzlerle ifade edilecek sayıda koloni kurulmuştur. Küçük küçük şehirler, şehir devletleri ve milletler Akdeniz’in dört bir yanında, Sicilya, Kıbrıs, Rodos, Girit başta olmak üzere birçok adada; Adriyatik ve Ege Denizi kıyılarında, Tekirdağ, Marmara, Karadeniz sahillerinde, Azak Denizinin iç ve en uc noktalarında sayısız koloni kurmuşlardır. Trabzon da, kısaca özetlenen bu muazzam geniş coğrafyada kurulmuş olan yüzlerce koloniden biridir. Onu, İtalya, Fransa, İspanya, Libya, Mısır, Suriye ve Karadeniz sahillerinde kurulu diğer kolonilerden farklı kılan her hangi bir özelliği ve ayrıcalığı yoktur.
Henüz Helen birliğinin kurulmamış olduğu bu dönemlerde en büyüğü dört beş bin kişiden oluşan bir kent devletinin veya bir toplumun denizaşırı uzak yerleri iskân edip oralarda yeni şehirler kurması; tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayacak iş gücünü oraya aktarması, ticaret ve denizcilik faaliyetlerini gereği gibi yürütebilmesi için eleman ayırması, orada güvenliği sağlayacak bir güç oluşturması, sayısal olarak, akla ve mantığa çok da uygun bir görüş değildir. Sadece Miletliler’in 90 kolonisi olduğu bilinmektedir. Milet, Menderes ırmağı ağzında kurulmuş bir Anadolu kentidir. Tüm Miletliler; yaşlı-genç, kadın-çocuk bu 90 koloniye paylaştırılacak olsa koloni başına ancak 30-40 kişi düşer.
Koloniler, sanılmakta olduğu gibi denizaşırı ülkelerden gelip iskân edilen yerler değil, aksine, yerleşik nüfusu yoğun ve ekonomik potansiyeli yüksek olan yerlerde, yerel egemenlerin vergi karşılığı, uzak diyarlardan gelmiş gemici ve tüccarlara tanıdığı imtiyaz sonucu kurulmuş bir ticari sistemin adıdır. Tek cümleyle, kolonilerin kuruluş nedeni, siyasi hâkimiyet değil, ticari faaliyettir.
Kitabın sondan ikinci paragrafının sonlarında, Büyük Kralın (ki bu Pers İmparatorudur) şehirlerinden geçmiş olduğumuz valilerin adları şunlardır(s 277) diyor. Bunlardan bir tanesi de Kapadokya’da Mitradet’dir. Bu Mitradetler, bu tespitin yapıldığı tarihten yaklaşık 100 yıl sonra, Pontos Krallığını kuracaklardır. Belli ki Mitradetler bu bölgenin yerli ve saygın bir ailesidirler. Komana, Pontos Krallığının, özellikle ekonomik anlamda, önemli bir şehridir ifadesi, daha önce Pers asilzadesi olarak verilen Mitradetler’in Kuman asıllı oldukları varsayımını akla getirmektedir. Tokat şehrinin dokuz kilometre yakınında ve halen arkeolojik çalışmaların sürdürülmekte olduğu Komana’nın antik bir Kuman şehri olduğu belirlenmiştir.
Mitradet’in valisi olduğu bölge Pers İmparatorluğunun 19. Satraplığıdır. Bilindiği üzere Pers İmparatorluğu satraplık düzeni ile yönetilirdi. Satraplık bir çeşit eyalet, Satraplar da genişletilmiş yetkilere sahip bir çeşit eyalet valisidir. İskender’in meşhur Asya seferi esnasında bu satraplık anlaşma yolu ile İskender hâkimiyetini kabul etmiş ve İskender orduları bu bölgede Sinop’tan doğuya geçmemiştir. İskender’in ölümünü takibeden dönemde muazzam imparatorluğu generalleri arasında paylaşılırken Mitradet Hanedanından olan Satrap, Kapadokya’nın bir bölümünü de içerisine alan bu sahada Pontos Krallığını kurmuştur(M Ö 298-63). İlk başkentleri Amasya’dır. Amasya vadisindeki kaya mezarları ilk dört Pontos Kralına aittir. Daha sonra, Sinop fethedilince başkent oraya taşınmıştır.
Pontos Kralı V1. Mitraded’in Anadolu’yu işgal etmeye kalkışan Romalılara karşı verdiği kanlı ve çetin mücadele insanlık tarihinin mühim hadiselerindendir. Roma’yı can düşmanı bilmiş, onlarla yaptığı uzun süreli savaşlarda müşkül duruma düşmüş ve damadı olan Ermeni kralına sığınmak zorunda kalmıştır. Giresun yakınlarında bir kaleye sakladığı ailesinin, Romalıların eline geçmemesi için, ölüm şeklini kendileri seçmek üzere katledilmelerini emretmiş olması tarihin en trajik hadiselerinden biridir. Ne acıdır ki, bugün hala bunlara, aslen Romalı anlamına gelen Rum demeye devam edilmektedir.
Mahmut Goloğlu’nun Pontos Krallığı ile ilgili kullandığı heyecan verici bir başlık vardır: ANADOLUNUN MİLLİ DEVLETİ PONTOS. Bu ifade, on cilt kitapla anlatılacak kadar anlam yüklü bir ifadedir. Bir hakikat tek bir çümleyle ancak bu kadar etkili anlatılabilir. Evet, Pontos Krallığı Anadolu evlatlarının kurduğu ve başka milletlerle hiçbir organik bağı olmayan Anadolu’nun gerçek milli devletidir.
Kitap şu cümlelerle bitmektedir: Karduklar, Skaylebler, Kaldieliler, Makronlar, Kohlar, Mosinekler ve koitler bağımsızdırlar ve kendi kanunlarına tabidirler. Paphlagonya’da Karylas, Bithynia’da Pharnobazos ve Avrupa Thrakia’sında Seurhes hükümdardı(S 277).
Özellikle Trabzon çevresinde yerleşik Kafkas kökenli bu yerel kavimler, yabancı egemenlere boyun eğmeyen, hareketli, yerinde duramayan, vur kaça, talana meraklı kavimlerdir. Pontos Krallığını yıkan Roma düşmanlığını, Trabzon Krallığı dönemine kadar, yaklaşık 12 asır, hiç eksiltmeden, nesilden nesile aktarmak suretiyle yaşatmışlardır. Bir yandan da, asırlar boyunca Romanın ve devamında Bizans’ın korkulu rüyası olmayı sürdürmüşlerdir. Bir türlü denetim altına alınamayan bu kavimlere bu asi özelliklerinden ötürü, haydut- eşkıya anlamına gelen TZAN/SAN/ ÇAN denmiştir. Bu gün Samsun‘da yaşatılan CANİK adı merkezi otoritelerin mücadele ede ede batıya attığı bu asi kavimlerden gelmektedir.
İlyas Karagöz’ün, Gaiadan Karadeniz Uşaklarına adlı çalışmasında haşin karakterli bu yerel kavimlerle ilgili Romalıların uygulamış oldukları ibret verici bir tespit vardır: ‘Çevredeki Romalıları yağmalamakla ve hırsızlıkla geçimlerini sağlarlardı. Çünkü onların memleketleri besi maddelerini üretecek nitelikte değildi. Bu nedenle, Roma imparatorluğu her yıl bunlara belli bir miktar parayı ödemekle yükümlü idi. Ödeme şartı ise, çevrelerini yağmalamama şartı idi. Ama bu insanlar atalarından miras kalmış yağmalama yemini gereğince yine de yağmalamaktan vazgeçmezlerdi. Ermeni ve Bizanslılara yaptıkları ani hücumlar kayıplara sebep olur, bu ani hücumlardan sonra yurtlarına çekililerdi. Rastlantı olarak, bir Roma askeri birliği ile karşılaştıklarında onlara saldırır, mağlup ederlerdi. Yaşadıkları yerlerin sağlamlığından boyunduruk altına alınamazlardı(S 20).
Bu arada, bölgedeki Roma hâkimiyetinin birkaç garnizon ve stratejik önemi nedeniyle elinde tutmaya çalıştığı Trabzon şehrinden ibaret olduğu bilinmelidir.
Bizans döneminde de bu insanlar ne vergi verir ne de bir görev üslenirlerdi. Yine İlyas Karagöz’ün aynı adlı çalışmasında Jüstinyen’in, bu insanları kazanma adına yaptığı tarihi uygulama ile ilgili şöyle bir tespit vardır: ‘Bizans İmparatoru Jüstinyen(518-527) bunlardan çok korktuğundan aklına şöyle bir çare gelir. Tzanlar’ın memleketi yolsuz, her tarafı uçurumlarla çevrilmiş, çoğunluğu ormanlarla kaplı olduğundan, önce bu insanlarla bağlantı kurabilmek için yollar yaptırılır, bu yolsuz yerlerle iletişim kurulur. Böylece bu vahşi, haşin, kendi içlerine dönük, dünyadan haberleri olmayan, kendi başlarına vahşi hayvanlar gibi yaşayan bu insanlarla ilişkiler kurulur. Dış dünya ve komşuları ile ilişkiler kurulduktan sonra yörede kiliseler, kaleler yaptırılır. Kalelere askeri kuvetler, kiliselere din adamları yerleştirilir. Böylece çok tanrılı bu insanlar Hıristiyanlaştırılır. Tanrıtanımaz bu insanlar Allah’a dua etmeye, Allah’ın rahmetine sığınmaya davet edilirler(S 21).
Tabiri caizse, Roma ve Bizans’a dünyayı dar eden yöre halkının 1204 yılında Trabzon Krallığını kuran Komnenler’e hiç sorun çıkarmadıklarını görmekteyiz. Güneyde Gümüşhane bölgesi ve Termeye kadar olan sahil kesimi Komnenler’e sorunsuz itaat etmiştir. Paflogonya olarak bilinen Ortakaradeniz kesimi ise Komnen ordularına katılmak ve onlara her türlü yardımı sağlamak suretiyle Trabzon Krallığının hâkimiyetine girmiştir. Komanlarla ilgili kapsamlı bir araştırma yapmış olan İlyas Karagöz’e göre bunun nedeni, Komnenler’in Kastamonulu bir Koman aileden gelmelerindendir.
Bizans İmparatorluğunu 21 hanedan yönetmiştir. Bunlardan iki hanedan orta ve güney Avrupa kökenli, diğer 19 hanedan ise Anadolu kökenlidir. Anadolu kökenli hanedanlardan biri de Komnen Hanedanıdır(1081-1185). İstanbul’da 1185 yılında çıkan büyük ayaklanmadan kaçan hanedan mensupları, 1204 yılında Katolik Latinlerin İstanbul’u işgal etmeleri nedeniyle İmparatorluğun çeşitli yerlerinde krallıklar kurmuşlardır. Bunlardan en çok bilinenleri İznik Krallığı, Trabzon Krallığı ve Adriyatik kıyılarında kurulmuş olan Epir Despotluğudur. İznik Krallığı daha sonra İstanbul’u geri almış, ancak Trabzon Krallığı kardeş krallık olarak varlığını 1461 yılına kadar sürdürmüştür.
Bölge halkının Komnenlere itaat etme nedeni belki de, aynı soydan oldukları görüşü ile birlikte, yaklaşık 12 asır yüreklerinde taşıdıkları hasreti bitiren Komnenler’in, Mahmut Goloğlu’nun ifadesi ile ANADOLUNUN MİLLİ DEVLETİ PONTOS krallığını ihya etmiş olduğunu düşündüklerindendir
Osmanlı döneminde de bölgede kısmi sakinlik devam etmiş, ancak, Paflagonya halkının Komnen ordusu ile sergilediği dayanışma ve yardımlaşma Osmanlı ordusuna gösterilmemiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde, yirminci yüzyılın başlarında bir hareketlenme görülmektedir. 2 Mayıs 1919 tarihinde Paris Konferansına, bu hareketlenme ile ilgili talepleri içeren bir Muhtıra sunan Trabzon Metropoliti Hırisantos’un ‘…(Müslüman-Hıristiyan)Ahalinin sarsılması mümkün olmayan arzuları dolaysıyla hiçbir yabancı boyunduruğuna girmemek de kesin konulardandır.’(Cumhur ODABAŞOĞLU, Trabzon, Belgelerle Milli Mücadele Yılları 1919-1923, S 72) cümlesi yöre insanının özgürlük ve bağımsızlığına ne derece düşkün olduğunun açık bir göstergesidir.
Xenophon’un bu kitaptaki son cümlelerinden anlaşılan o ki, bağımsız, egemenlerine boyun eğmemiş ve kendi kanunlarına tabi bu yerel kavimlerin yanı sıra Orta Karadeniz, Batı Karadeniz ve Avrupa Trakya’sında yerel hükümdarlar vardır. Yani, Trabzon’dan Avrupa Trakya’sına kadar olan bölgede hiçbir yabancı hâkimiyeti görülmemektedir. Daha da önemlisi, bölgenin bilinen en eski ve ilk yazılı kaynağını hazırlamış olan Xenophon’un bunca tespitleri arasında, değil Rum adında bir kavim, Rum’un R si dahi yoktur.
Çünkü, Rum sözü etnik birlikteliği değil, çeşitli etnisiteye mensup bireylerin oluşturduğu siyasi veya dini birlikteliği ifade eder. Yani, Rum cemaatinin içinde her türlü etnik gruplar olduğu gibi bir hayli de Hıristiyan Türk vardır.
Siyasi yönden Rum sözünün aslı RİM, ROM dur. Romalı anlamına gelir. Bugünkü şekliyle Rum,Müslüman Araplar’ın, Anadolu’yu işgallerinde bulunduran Roma’yı İfade etmek için Anadolu’ya verdikleri addır(Rum Suresi, M S 615, Bu tarih Pontos Krallığının kuruluşundan 913, yıkılışından ise 678 yıl sonraya tekabül eder). Nitekim, Türk-İslam tarihinde de Anadolu’nun adı yüzlerce yıl Rum ve Diyar-ı Rum olarak kullanılmıştır. Mevlana Anadolulu anlamında Rumi olarak anılmış, Yunus Emre; “Gezdim Diyar-ı Rumu, Yukarı illeri kamu” demiş, Anadolu şairlerine “Şuara-yı Rum” denmiş, Osmanlı ve Selçuklu sultanları ise “Selatin-i Rum” olarak ifade edilmiştir. Erzurum adı da, Anadolu Erzen’i anlamına gelen Erzen-i Rum’un kısaltılmış şekli olan Erz-i Rum terkibinden gelmektedir.
İnanç ya da dini yönden Rum sözünün anlamı ise, Osmanlı Millet düzeninde Fener Ortodoks Patrikhanesine bağlı, Hıristiyanlığın Ortodoks Mezhebinden olan cemaatin adıdır. Kıbrıs’ta yaşayan Ortodoks Hıristiyanlar da bu cemaate dâhildir.
Mahmut Goloğlu’nun Kitabının adı Anadolunun Milli Devleti Pontos, Komnen Krallığının ilk ve tek tarihini yazmış olan Alman tarihçi Falmerayer’in kitabının adı ise Trabzon İmparatorluk Tarihi’dir. Xenophon’da olmayan; Goloğlu’nun Pontos Krallığı(M.Ö 298-63) için, Falmerayer’in de Trabzon Krallığı(1204-1461) için kullanmadığı RUM kavramını bu iki krallığa da ayrı ayrı yakıştırmak; eğer kasıtlı değilse, tek kelimeyle yetersizliktir.
Çeşitli kavimlerden oluşmuş yöre insanı yüzlerce yıl bir arada yaşamış, aralarına katılmış olan diğer unsurlarla aynı potada karışa kaynaşa müşterek bir hamur oluşturmuştur. Bunları tek bir kavimmiş gibi görmek veya göstermek doğru değildir.
Yöre insanın ortak niteliği Karadenizliliktir. Bu insanlar asırlarca dağlarda, ormanlarda yaşamayı göze almış; açlığa, yoksulluğa, sefalete dayanmış ama yabancı egemenlerin boyunduruğuna asla dayanamamıştır. Tarihi süreçte aralarına katılmış olan diğer unsurlarla birlikte genlerinde taşıdıkları bu özgürlük ve bağımsızlık aşkını başka bir millete duyulan hasret olarak anlamak vahim bir yanılgıdır.
Kaynak, ANABASİS, Altınpost Yayınları2012
Süleyman REİS
Trabzon,14 Mart 2015