top of page
Öne Çıkanlar

Rüya


Çeşit çeşit kokuların olduğu bu ufacık dükkân büyük küçük rengârenk şişeyle doluydu. Bunlardan pek azı raflarda özenle diziliydi. Diğerleri gelişi güzel dükkânın içine dağılmış, birbirinin aynı şişelerdi. Tek farkları içlerindeki kokulardı. Dükkânın girişinde sağ tarafta, kolilerin içinde tozlu şişeler kaderlerine terk edilmiş, öylece duruyordu. Dükkânın sahibi Ruşen Bey, kırk sekiz yıldır özel kolonyalar yapıp satıyordu. Yaptığı kolonyaların hemen hepsi kişiye özeldi. Kokular insanlara biricikliğini duyumsattığı için, kasabada yaşlısından gencine herkesin kendi kokusu vardı. Bu yüzden, yabancılar hemen fark edilirdi.


Yalnız geçirdiği gecelerin sabahına farklı bir kokuyla uyanırdı Ruşen Bey. Yaşayamadıklarını, umutlarını, aşkı, sevdayı şişelerdi böyle gecelerde. Kış çiçeği, Deli Rüzgar, Deniz Esintisi, Feriştah, Gül damlası, Gardenya, Rüzgar, Güldeniz, Cennet Damlası, Billur… hepsi Ruşen Bey’in hayallerinin isimleriydi. Duygularını damıtıp, saf suyla olgunlaştırır içine birkaç damla esans damlatırdı. Fabrikalarda el değmeden şişelenen, birbirinin aynı kokuların karşısında ayakta kalmaya çalışırdı. Kokunun büyüsünün zamana yenik düşüp yok olmasına gönlü elvermezdi.


(***)


Rafta duran el yapımı gözyaşı şişelerine baktı. Çoğu antikaydı. İçlerinden birini derisi buruşmuş, üstü çil çil olmuş elleriyle okşadı Ruşen Bey. Sanki ilk defa dokunuyormuş gibiydi. Akşamüzeri gelen kızı düşündü.


-Merhaba. Benim için özel bir koku yapabilir misiniz?


Kelimeler, kızın dudaklarına küçük öpücükler kondurup uçarcasına havalanıyordu dükkânın içinde. Ruşen Bey’in nefesi kesildi. Yıllardır kasaba dışından kimse dükkânından içeriye girip kendine özel koku istememişti. Yaşlı bedeni şaşkınlığını ve hayranlığını gizlemeye çalışarak;

-Nasıl bir koku istiyorsunuz, dedi. Kız, etrafa dikkatlice bakıp dükkânın karışık kokusunu içine çekti.

-Bilmiyorum… İçinde biraz “ben”, biraz “hayallerim” olabilir. Mutlaka gizemli olmalı. Bilmiyorum işte! Aşka bulanmış bir elma şekeri belki de... Ruşen Bey, kızın söylediklerini şaşkınlıkla dinledi.

-Hangi kokulardan hoşlanırsınız?

-Melisa. Vanilya da olabilir. Ama ben bu kokulardan farklı bir şey istiyorum. Sizin bana yardımcı olacağınızı söylediler.


Kız, kendinden emin; narin, uzun parmaklarının arasında duran, gözleri gibi mavi gözyaşı şişesini uzatırken, Ruşen Bey’in aklına gençlik yılları gelmişti. Güldeniz de dükkâna ansızın gelmiş, siyah saçlarını savurup etrafa şöyle bir baktıktan sonra, “İçinde misk olan bir koku istiyorum,” demişti. Ruşen Bey o zamanlar yakışıklı bir delikanlı, hemen kızın isteğini yerine getirmek için kolları sıvamış bu arada da Güldeniz’e misk kokusunun hikâyesini anlatmıştı.


“Yeşil yaprakları gökyüzüne uzanan, renk renk çiçekleri etrafa çeşitli kokular salan, derelerinde balıkların oynaştığı, ceylanların su içtiği çok güzel bir orman varmış. Bu ormanın içinde mutsuz mu mutsuz bir kız yaşarmış. Tüm bu güzelliği görmez, duymazmış. Hayvan arkadaşları ne yaparlarsa yapsınlar onu mutlu edemezlermiş. Bir gün ormana güzel mi güzel bir erkek ceylan gelmiş. Tüm hayvanlar bu yeni arkadaşlarını çok sevmişler. Mutlu, güler yüzlü, dost canlısı, sevgi doluymuş. Her şeyi olumlu yanıyla düşünürmüş. Mutsuz kız bu ceylanın varlığıyla da mutlu olmamış. Günden güne daha da hüzünlü ve içine kapanık biri olmuş. Ceylan zamanla bu mutsuz kıza âşık olmuş. Aşkıyla yanıp tutuşurken çaresizlikle kızı nasıl mutlu edebileceğinin yollarını araştırıyormuş. Çabalarının hiçbiri sonuç vermemiş. Geceler boyu oturup onu nasıl mutlu edeceğini düşünmüş durmuş. Ama elinden hiçbir şey gelmiyormuş...”


Güldeniz hikâyeyi dinlerken kâh üzülüyor, kâh heyecanlanıyormuş. Ruşen Bey cümleleri olabildiğince uzatıyor, kelimeleri ağzında geveleyip duruyormuş. Bu arada da küçük parfüm şişesine alkolü damlatırken, sabırsızca, “Sonra ne olmuş?” diye soran kızın merakını daha da arttırmak için yavaş hareket ediyormuş.


“…Ertesi gün, daha ertesi gün durmadan yorulmadan aramış kızı mutlu edecek şeyi. Ama bir türlü bulamamış. O gün yine çok yorulmuş, bir çam ağacının altında uykuya dalmış. Rüyasında, bu mutsuz kızın kendine ait bir kokuya ihtiyacı olduğunu ve kendisini biricik hissetmediği için mutsuz olduğunu söylemiş, orman perisi. Ceylan bunun üzerine kendinden bir parça sunmaya karar vermiş mutsuz kıza. O gün, karnından bir parça koparıp küçük bir şişenin içine akıtmış. Ertesi sabah şişe ağzına kadar misk bir kokuyla doluymuş. Mutsuz kız bu kokuyu fark edince çok mutlu olmuş. Sihirli gibiymiş koku. Şişenin kapağını açtığında her şeyi daha farklı görüyor, duyuyormuş. Bu kokunun sahibini aramaya başlamış. Herkes kokunun ceylana ait olduğunu biliyormuş ama onu bulamıyorlarmış…”


Güldeniz gözlerinde yaşlarla, “Öldü değil mi ceylan?” demiş. Ruşen Bey kızın sorusunu duymazlıktan gelip hazırladığı kokuyu kıza doğru uzatıp ”Kokun hazır ama bir şartım var,” demiş. Kız hâlâ hikâyenin etkisinde; “Şart mı, ne şartı?” diye sormuş. Ruşen Bey şişeyi arkasına saklayıp, "Bir öpücük isterim." demiş…


Ruşen Bey hayallerinden sıyrılırken kızın sesi kulaklarında çınladı. Bir an gerçekle hayal birbirine karıştı. Gözlüklerinin üstünden karşısında duran kıza baktı. Kızın söylediklerini çok sonra anlayabildi.


-Yapabilirsiniz değil mi? Pardon, ne zamana hazır olur, koku?

Ruşen Bey titreyen elleriyle kızın uzattığı şişeyi aldı. Zamanı söylemekte kararsız kalmıştı. Hayaller, geçmiş, gelecek iç içe geçmiş; girdab Ruşen Bey’i içine çekiyordu. Altı gün sonra olabilir, derken gözlüklerinin arkasından kızın masum suratına baktı. Kızın kapıdan çıkışını ve etrafa yayılan kokusunu içine çekti. Bu koku bildiği bir koku değildi. Uçarı, buruk, rüzgâr gibi yeşili anımsatan, deniz gibi ama mavisi olmayan bir koku.


Önünde altı gün vardı ve nasıl bir koku yapacağını bilmiyordu. Kızın bıraktığı gözyaşı şişesini kendi şişelerinin bulunduğu rafa yerleştirdi, gözlüğünü burnunun üstüne indirip uzaklara daldı.


“Cennet Damlası!” dedi. Kumsalda Tuana ile oturduğu yıllar öncesinin sevdalı bir yaz akşamına uzandı gölgesi. Sarı saçlardan etrafa yayılan leylak kokusu, Ruşen Beyin aklını başından almıştı. Tuana neşeyle saçlarını savururken, "Bak bu senin bana yaptığın koku. Beğendin mi? Saçlarıma, boynuma, kollarıma sürdüm," derken kollarını Ruşen Bey’e uzatıyor saçlarını iki tarafa sallıyordu. Ruşen Bey usulca kızın kollarını tutup kendine doğru çekti. Leylak kokusu artık ona da sinmişti. Usulca başını kızın boynuna yaklaştırıp kokuyu derin derin içine çekti. Leylak, aşk, ve Cennet damlası bir bütün olmuştu…


Ruşen Bey hayallerden kurtulup bir türlü işini yapamıyordu. Neye elini atsa o yabancı kızın getirdiği esinti onu başka yerlere götürüyor ve hayaller perde perde açılıyordu. Bir geçmiş bir yabancı kızın büyüsü, o gün Ruşen Beyi rahat bırakmadı.


Kapıdan içeriye girişi, mavi çiçekli eteğinin kavradığı biçimli kalçası, saçlarını savururken çenesinin ve boynunun hareketi, hemen boynunun bitiminde usulca sallanan inci damlasının göğüslerinin arasına uzanan zinciri, gömleğinin altından belirginleşen göğüslerinin kalp atışıyla kıpırdanışı, çakmak çakmak bakan gözleri, ıslak pembeliğiyle daha çekici duran gülümsemesi… hepsi Ruşen Bey’in içini altüst etmişti. İçi kıpır kıpır oldu. Kızın şişeyi uzatırken bir anlık tenine dokunmasıyla duyumsadığı, yaşlı tenini heyecanlandırmıştı.


Kıza geçmişin kokularını yakıştıramıyordu. Dükkânın arka odasına gidip çalışması, yeni bir koku yaratması için bir şeylere ihtiyacı vardı. Farklı bir şeylere, hiçbir yerde olmayan bir şeye.

Üçüncü gün, kendinde dükkânın arkasındaki odaya gidecek gücü buldu. Önce; melisa, vanilya biraz da karanfil esansını yavaş yavaş karıştırdı. İlk denemesi sonuç vermedi. İkinci, üçüncü de… Karanfil acıydı; yaşlılığın derin ormanında yürüyenlerin kokusu. Ruşen Bey’e Makbule’yi hatırlattı. Karanfil yerine bir damla Beyaz Gardenya damlattı. Olmadı! Bu yalnızlık kokuyordu; heyecanı içine hapseden, çevresine kalın duvarlar ören, Feriştah’ın kokusuydu. Deniz Yosununu Miskle karıştırdı, biraz da yaprak esansı –tütünsüz olanından- koydu. Güzel olmuştu olmasına ama durgun bir kokuydu, neşesi yoktu tıpkı Nevbahar gibi…


İki gün boyunca durmadan çalıştı. Bütün kokuları denedi. Eskiden olsa hiç tereddütsüz ilk karışımda bulurdu, ama bu sefer zorlanmıştı. Duyguları, hissettikleri, bedeni zorlamıştı onu.


Beşinci günü artık ümidini yitirdi ve dükkânında sabahlamaktan vazgeçip evine gitti. Bir günü kalmıştı ve hâlâ elinde bir şey yoktu. Zaman acımasızca ilerliyordu. Derin bir uykuya daldı…


Son gün geldiğinde o, hâlâ ne yapacağını bilmiyordu. Dükkânına gitti. Gözyaşı şişelerinden birine, vanilya ve amberi, portakal ve bergamotla karıştırıp içine özel esansından koydu. Bir başka şişeye yasemin, sandal ağacı ve gardenya kattı, şişeleri tek tek dolduruyordu. Rüyada gibiydi. Son bir gayretle elindeki tüm kokuları şişelere doldurdu. Yaşlı elleri titremeye gözleri buğulanmaya başladı. Bedeni, ruhu ilk defa bu kadar acı çekiyor çaresizliğini kokulara yansıttığını duyumsuyordu.


Ruşen Bey kendini tutamadı, bu çaresizliğine dayanamayıp ağlamaya başladı. ‘Biraz daha genç olsaydı, daha farklı olurdu’, diye düşündü. Gözyaşları önünde duran şişenin içine inci taneleri gibi düşmeye başladı. Tıkırtılı seslerle düşen her damla maviyi, yeşili, pembeyi alıyor, renk armonisiyle birbirine karışıyordu. Ruşen Bey’in gözyaşları bittiğinde şişe tamamen dolmuştu. Gözlüklerini çıkarıp gözlerini sildi. Gözyaşıyla dolu şişeyi görünce çok şaşırdı. İçinde kristal damlacıklar bulunan duru şeffaf sıvının, o güne kadar hiç bilmediği bir kokusu vardı. Bunun bir mucize olabileceğini düşündü. İçindeki heyecana dur, diyemiyordu. Akşamın alacalığı dükkâna çökmüş sadece bu pırıltılı sıvının ışığı etrafı kaplamıştı.


Kapı açıldı mavi gözleri çakmak çakmak bakan kız içeri girdi.

-Merhaba.


Ruşen Bey gözlüklerinin arkasından kapıdaki kıza baktı.

-Hoş geldiniz. Sesinde mutluluk vardı. Kız ise heyecanlıydı. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu.

-Oldu mu? Ruşen Bey ayağa kalkıp masanın üstünde duran gözyaşı şişelerini göstererek;

-Bunları sizin için yaptım. Hangisini beğenirseniz o, sizin, dedi.


Kız heyecanla şişeleri tek tek koklamaya başladı. Her şişede, kokuyu beğenmiş gibi yapıyor ama bir diğerini koklamak için acele ediyordu. Sonuncu şişeye geldiğinde Ruşen Bey kızı engelledi tam bu sırada şişenin üstünde elleri birbirine değdi. Kızın yüzü usulca kızardı. Ruşen Bey ne yapacağını bilemedi ama elini de çekmedi. Şişe alev alev yanıyordu. Işıltıları daha da artmış yıldızlar saçıyordu etrafa. Ruşen Bey kızın gözlerine bakarak;

-Bu en özel olanı, dedi. Kız, şişeyi eline aldı hiç koklamadan boynuna, kollarına ve kulak arkalarına birer damla kondurdu. Ruşen Bey artık kızın tenine girmiş bir daha da hiç çıkmayacakmış gibi gençliğine katılmıştı. Kız gülümsedi.

-Evet, bu tam istediğim koku!’ diye haykırdı.

-Kokunun ismi ne? diye sordu.


Ruşen Bey kokunun ismini hiç düşünmemişti. Ne söyleyeceğini bilemedi. Kız, Ruşen Bey’e teşekkür etti, kapıya doğru yürüdü. Ruşen Bey içinde büyük bir huzur, kızın arkasından baktı. Bedeni sanki gençleşmiş gözleri daha bir parlamıştı. Kız, geride kokusunu bırakarak dükkândan çıktı, tam kapı kapanırken, Ruşen Bey, kokuya isim bulmuştu.


Rüya, olmalı, diye fısıldadı.


İlgili Yazılar

Hepsini Gör
son eklenenler
ADIyla ARA
Henüz etiket yok.
bizi izleyin
  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • Google Classic
  • Wix Facebook page
  • Wix Twitter page
  • Wix Google+ page
bottom of page