Dindarların Siyasetteki Yeri
*
*
Din ve siyaset ilişkisi, uzun süredir Türkiye’nin tartıştığı konuların başında geliyor. Dindarlığın en çok yoksul kesimlerde yaygın olduğunu hesaba katarak bu konuyu “Yoksullar ve siyaset” bağlamında da ele alabiliriz.
Siyaset, yani iktidar için mücadele, güç sorunudur. Kim güçlü ise ülkeyi yönetmek onun hakkıdır. Bankalarda yüklü hesapları, geniş toprakları, fabrikaları olmayan, dolayısıyla devlet gücünü de ellerinde bulunduramayan yoksullar için iktidar bir hayalden ibaret olagelmiştir. Aslında, sayılarının çokluğu, üretimden gelen güçleri hesaba katılırsa iktidar mücadelesinde en güçlü olması gereken yoksullardır. Fakat onların büyük çoğunluğu bu güçlerinin farkında değillerdir. Farkında olanların siyaset yapmalarının önünde de bin bir engel vardır. Mal canın yongası olduğu için zengin sınıflar iktidarı, dolayısıyla sömürü ve tahakküm araçlarını yoksullara teslim etmemek için her yola başvururlar. Spartaküs önderliğindeki Romalı kölelere, Şeyh Bedrettin müritlerine yapıldığı gibi bu yoldaki kıpırdanışları insafsızca ezerler. Bu durum, yoksulların siyasi genlerine kazınmıştır. “Ülkeyi emekçiler yönetmelidir” dediğinizde sıradan bir emekçi “Biz bunu asla yapamayız!” diye size gerçekçi bir yanıt verir. Köle sahipleri, feodaller ve burjuvalar beş bin yıldır yönetme kültürüne sahip olduğu halde yoksulların böyle bir deneyimleri yoktur. Eşitlik vaat eden peygamberlerin dinlerini de çok geçmeden zenginler ele geçirmiş ve kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayarak dünya zevklerini kendilerine ayırmışlar, ölümden sonraki eşitlikçi hayatı ise yoksulların hayallerine terk etmişlerdir.
Yoksulların iktidara sahip olabilmeleri için onların öncelikle buna cesaret edecek bilinçleri ve örgütlü güçlerinin olması gerekir. Öte yandan hâkim sınıfların arasında düşmanlıkların had safhaya ulaşıp ülkeyi yönetemez hale gelmeleri de şarttır. İşçi sınıfının ortaya çıktığı ve onun ideolojisinin biçimlendiği modern çağda büyük insanlık, bu şansı birkaç kez yakalamıştır. 1871 Paris Komünü, 1917 Sovyet Devrimi, Çin Devrimi, Küba, Vietnam Devrimleri bu fırsatlardan birkaçı idi. Şimdi Latin Amerika halkları bunun için uğraşıyor.
Temel mücadele, Türkiye’de bazı aydınların zannettikleri gibi laiklerle dinciler arasında değildir. Temel çelişkiyi böyle ifade etmek, emekçilerle sömürücüler arasındaki sınıf mücadelesini örtmeye hizmet ediyor. Esasına bakılırsa laikliği halk kitlelerinde aramak gerekir. “Laik” zaten “halk” demektir. Halk kitlelerinin özlemi ve mücadelesi bir din devletine değil refah ve özgürlüğe erişmek içindir. Bir insanın dindar olması, onun laik olmasına engel değildir. Günümüzde kullanılan anlamları ile ölçeceksek bir insanın veya rejimin laik olması da onun halkçı olduğunu göstermez. Yoksulları kurtaracak olan halk iktidarı ile sonuçlanacak bir sınıf mücadelesidir.
YOKSULLARA BIRAKILAN TEK SEÇENEK
İktidara gelme umudu olmayan yoksulların önünde tek seçenek kalıyor: Kendilerine yakın yürüyen bir hâkim sınıf partisine oy vermek. Seçim derdi olmayan, meşruiyetini sandıktan almayan iktidarlar için yoksulları memnun etme kaygısı hiç yok değilse de, bu geri sıralarda yer alır. Toplumsal servet çok çeşitli yollarla önce zenginler için kullanılır, arta kalan kırıntılar sus payı olarak yoksullara aktarılır. Fakat halkın önüne sandık konulduğunda hâkim sınıf partileri için asıl olan halka onun hayat şartlarını iyileştirecek vaatlerde bulunmak ve iktidar olduğu zaman da bu vaatlerine sadık kalmaktır. Değilse daha çekici vaatlerde bulunan parti halkı kendi yanına çeker.
Halk dediğimiz kitle tek bir blok halinde değildir. Bir takım çıkar grupları tarafından bölünmüşlerdir ve elde tutulmaktadır. Ayrıca aralarında din, mezhep, milliyet farkları da vardır. Yoksulların etraflarına çevrilen bu duvarları hesaba katmayarak tek bir kuvvet haline gelmeleri büyük bir bilinç sıçraması gerektiriyor. Yukarıda andığımız büyük halk devrimlerinde devrimci önderler ve partiler, ekonomik refah, özgürlük vaat ettikleri için emekçileri birleştirebilmiş ve seferber edebilmişlerdir.
Şurası bir gerçektir ki, son 13 yıldır AKP’nin aldığı oyları “dindarların oyları” diye değil, “yoksulların oyları” diye tanımlamak daha doğrudur. Burada “yoksulluk” ve dindarlık” üst üste düştüğü için yanılmalara neden oluyor. AKP, sosyal güvenlik politikalarına yer vermeyip iktidarının ilk yıllarında yoksulların hayat şartlarını iyileştirmeseydi, sırf din ve mezhep kaygısıyla ona verilen oylar çok sınırlı kalırdı.
YOKSULLAR OYLARINI NEYE GÖRE KULLANIRLAR?
Türkiye’de emekçilerin oylarını neden laik bir parti (örneğin CHP) değil de dinci-muhafazakâr bir parti (AKP) alıyor? Dindarların (emekçilerin) oyları AKP gibi bir partiye mi zimmetlenmiştir? Hayır! Bunun doğru olmadığını yoksul halk kesimlerinden büyük oranda oy alan ve Türkiye’nin birinci partisi olabilen Ecevit hareketi kanıtlıyor. Gerek bu yaşanmış deneyimden, gerekse AKP gerçeği, günümüzdeki partileri doğal olarak ekonomik ve sosyal vaat yarışına sokmuştur. Geçmiş dönemlerde askeriyeye dayanan bürokratik-burjuva partilerinin böyle bir kaygısı yoktu. Hele askeri darbeler, halkta bu sınıfa karşı izleri kolay kolay silinmeyecek tarihi bir soğukluk yaratmıştır. Önümüzdeki genel seçimlerde AKP, bütün yoldan çıkmışlığına rağmen hâlâ birinci parti çıkacak gibi görünüyorsa, bunun nedeni, iktidarının ilk 9-10 yılında halkın yaşamında görülen iyileştirmenin hatırasıdır. Oy kaybetmesinin nedenlerinden biri de ekonomik kaynakları kendilerine ve yandaşlarına ayırmalarıdır.
AKP kadroları da, yoksul halk kesimleri gibi dindar mıdır? Onların didarlığının halktaki dindarlık gibi olmadığını hem yaşantıları, hem de din duygularını sömüren uygulamalarından anlıyoruz. Onlara “dindar” değil, “Dinci” demek gerekir. Bu bir hâkim sınıf dindarlığıdır ki, dini halk kitlerini boyunduruk altında tutmak için kullanır. Hâkim sınıfların ve yoksulların dinden anladıkları ve dindarlıktan beklentileri farklı farklıdır. Daha dört halife devrinde başlayan iktidar mücadelesi ve mezheplerin ve tarikatların ortaya çıkışında da görüldüğü gibi tek bir din anlayışı yoktur. Aleviliğin ortaya çıkış ve köylüler arasında kök salışının nedeni de budur. Esasında din, öte dünyaya değil, bu dünyaya ait bir mücadele aracıdır. Ölümden sonraki hayat, bu dünyadaki hayatın bir izdüşümüdür. Tanrı’nın adaletine sığınan bir yoksulun anlayışı ile yoksulları avutmaya ve onları kendilerine itaat etmeye aşılayan bir araç olarak gören dincilerin arasında uzlaşma değil, büyük bir çelişki vardır. (20 Ekim 2015)
Beyceli Köylüleri, 27-28 Temmuz 1967’de köylerine yol yapılmayışını protesto için Ordu İl merkezine kadar yaptıkları iki günlük yürüyüşte. Her şeyde eşitlik isteği, halkı kurtaracak bilincin tohumlarından biri.