YAYLA ÇİÇEĞİ / Zeki Sarıhan
YAYLA ÇİÇEĞİ
/
ZEKİ SARIHAN
*
Yazın köye gelenler, havanın iyi olduğu bir gün günübirlik yaylalara gitmeyi severler. Çünkü yaylalardan yaz günleri bile duman eksik olmaz.
Köylülerimiz 1950’lere kadar yaylacılık da yapıyorlarmış. Yayladaki yerleşim yerlerine oba denir. Bizimkilerin obasının adı Sarıçiçek’tir. Burada hayvanlar otlaklara salınır, peynir yapılır, patates ekilir, soğuklar bastırınca da pılı pırtı toplanarak “Cenik”e göç edilirmiş.
Motorlu taşıtlar ve bunlar için yol olmadığı zamanlar, köyümüzden yaylaya sekiz saatte gidilirdi. Demek ki 40 km. kadar bir mesafede. Bir günde gidip gelmek mümkün değildi. Benimle yaylaya hayvan gönderdiklerinde yedi yaşında idim. Bir gün gidip ertesi gün döndüğümde bacaklarımın kemikleri birbirine geçmiş gibi olmuştu. Birkaç gün yerimden kalkamamıştım!
Bu kez 23 Temmuz günü sabahleyin baktım hava açık, kız kardeşim Fatma’ya “Haydi yaylaya gidelim!” dedim. Yanımıza komşumuz emekli öğretmen Necati’yi de kılavuz olarak aldık. Kumru ilçesinden sonra yükselmeye başladık. Güzlelerden ve gürgen örtüsü arazilerden geçtikten sonra bizim oralarda “avu” denen orman gülleriyle ve otluklarla örtülü arazi başladı. Garip Öldüren suyundan birkaç yudum su içmeden geçemezdik. 8-10 yudumdan fazlasında dudağınız donar. Bu çeşmenin hazin bir hikâyesi var. Çobanın biri bir kuzu keserek kendine ziyafet çekmiş, üstüne kana kana bu soğuk sudan içince ölmüş!
İlk durağımız atalarımızın obası Sarıçiçek. Şimdi burada yalnızca üç köylü hayvanları için bulunuyor. O altı taştan, üstü basit tahtalardan yapılmış evlerden hiç biri yok. Ailemizin evinin yalnız taşları yerinde duruyor. Bunlar bize anne ve babamızın yaylacılığını hatırlatıyor ve duygulandırıyor.
Necati’nin kılavuzluğunda arabayı daha ilerilere sürüyoruz. Düz Oba’da inek yetiştiren bir aileye rastlıyoruz ve 10 kilo salamura peynir alıyoruz. Uluçayır’a ulaştığımızda arabayı artık çimenlerin üzerinde sürebiliriz. Burada at, koyun gibi hayvanlar otluyor. Ovanın içinden kıvrıla kıvrıla hoş bir menderes akıyor. Ordu il sınırı burada bitiyor, Tokat il sınırı başlıyor. Ayağınızın birini Ordu’ya, birini Tokat’a atmanız mümkün. Etekleri Uluçayır’dan başlayan Sûlük Tepesi’ne tırmanmaya başlıyoruz ama güçlü ve serin bir rüzgâr bizi durduruyor.
PERŞEMBE YAYLASI’NDA
Yalman Tepesi’nde bizi yoğun bir sis karşılıyor. Aşağıda nefis bir manzara varmış ama görmek ne mümkün! Oldukça düzgün bir yoldan önce Korgan Obası’na, ardından Ordu’nun en namlı yazlıklarından Perşembe Yaylası’na ulaşıyoruz. Aybastı ilçesine bağlı burası Perşembe’nin yaylası olduğundan değil, pazarı Perşembe günü kurulduğu için bu adı almış. Bugün de günlerden perşembe… Geniş bir düzlükte at yarışlarına rastlıyoruz. Yaylalarımıza en çok yaraşan millî yarış bu olmalı. Sonra oldukça kalabalık pazar yerine gidiyor ve bir tepeye çıkıp yayladaki menderesleri ve yemyeşil araziyi seyrediyoruz.
Şimdi artık dönüş yolculuğuna başlamalıyız. Hedef Korgan ilçesi. Fakat yollarda hiçbir levha yok. İne ine Kabadüz ilçesine ulaşıyoruz. Korgan yolunu öğrenip yolu değiştiriyoruz. Korgan’a ulaşmak için bir tepeyi inmeli ve öteki tepenin başına çıkmalı. İlk kez geçtiğim yollar. Abaz deresinde yörenin ilk balık çiftliğine uğradıktan sonra Korgan’da akrabamız Mustafa Taner Sarıhan’ın eczanesinde birer kahve içip Fizme köyüne yollanıyoruz. Burada Ayşe Halamızın oğullarını ziyaret edeceğiz. İsmet Abi’de (Saygı) akşam yemeğine rastlıyoruz, Sofrada bizim köylülerimizin en önemli damak zevklerinden biri olan kirmit de var. Ormandan o gün toplamışlar. Biraz da yanımıza veriyorlar. Kumru üzerinden 13 saat diyende köye dönüyoruz.
Geçtiğimiz 200 km’lik virajlarla dolu ve çoğu yerde hoplaya zıplaya aldığımız yol bizi o kadar yormuş ki, ertesi gün saat ona kadar ancak dinleniyoruz.
Bizim yaylalarımızın bazı yerlerinde yayla çiçeği dediğimiz solmayan ve kokusunu da kaybetmeyen bir çiçek vardır. Herkes evinde bu çiçekten en az bir top bulundurur. Obalardan birinin altındaki yoldan geçerken bu çiçek kadar güzel bir kız çocuğu bundan bir demet uzattı. 3 lira istiyordu. Başkalarına da götürmek için “Daha var mı?” dedik. Kuş gibi, yayla evine koştu, beş demet daha getirdi. Onu gören bir kız daha geldi. Onun elinde yalnız bir demek vardı, fakat o beş lira istiyordu. Şakacıktan pazarlık yaptıysak da aşağı inmedi. Onu da aldık. Şimdi arabamın ön camında bunlardan biri sallanıyor, bana memleketinin özgür ve serin yaylalarını hatırlatıyor… (5 Ağustos 2015)
TÜRKLERİN VE KÜRTLERİN BAHTI AÇIK OLSUN Son paylaştığım “Yayla Çiçeği” adlı yazımda, Orta Karadeniz bölgesi yaylalarında yetişen sarı renkli, solmayan ve kokusunu da kaybetmeyen bir çiçekten söz etmiştim. Arkadaşlardan Tuncelili Cemil Gündoğan, kendi memleketinde de buna benzer bir çiçek yetiştiğini ve Kürtçe adının Piltan olduğunu, kızına da bu adı verdiğini yazdı. Çiçeğin adını sabitlemek için adı hakkında daha fazla bilgi ve aynı çiçek olup olmadığını anlayabilmesi için daha net bir fotoğrafını göndermemi istedi. Köydeki arkadaşım Necatı Sarıhan, isteğim üzerine bu çiçeğin demetinin bir fotoğrafını gönderdi. Bu çiçeğe Altın Otu dediklerini, Gümüşane taraflarında ise adının Cennet Çiçeği olduğunu öğrendim. Bunları Sayın Gündoğan’a aktararak çiçeğin fotoğrafını da ilettim. “Çok güzel bir ad verdiğiniz kızınızın bahtı açık olsun” diye de yazdım. İyi dileklerim için bana, çiçeğin resmi için Necati’ye teşekkür ederek kızına ad olan Piltan çiçeğinin, işte bu Yayla Çiçeği olduğu bilgisini verdi.Türkçe'de de kızlara ne kadar çok çiçeğin adı verilir. Gül'den Nergis'e, Lale'den Menekşe'ye, Çiğdem'den Yasemin'e... Adları Türkçe veya Kürtçe, isterse başka bir dilden olsun yeryüzünün bütün çiçekleri kardeştir. İnsanlarının da kardeş olmamaları için hiçbir neden yoktur. Yeter ki, milli aç gözlülükten, üstünlük duygusundan kurtulsunlar. Bakmayın şu sıralarda Türklerle Kürtler arasındaymış gibi görünen bazı çatışmalara. Bu günler geçecek ve yaklaşık bin yıldır, iç içe, yan yana yaşayan bu iki halk el ele vererek Ortadoğu haklarına örnek olacak öyle bir uygarlık kuracak ki, başka milletler de parmak ısıracak! İşte şimdi tam da böyle zamanda bunları yazmaya ihtiyaç vardır. Necati’nin iki demetini bir araya getirerek çektiği yaylalarımızın bu güzel çiçeğininin bir demeti Cemil Gündoğan arkadaşımızın kızı Piltan’ın, diğeri Necati’nin İstanbul'da oturan kızı Aslıhan’ın (Özakay) 15 günlük Ali Kağan’ın olsun. Hiç şüphe yok ki, çocuklarımız ve torunlarımız bugünkü büyüklerinden çok daha akıllı, gelecekleri de bu çiçek gibi güzel olacak. Türklerin ve Kürtlerin bahtı açık olsun… (7 Ağustos 2015)
Fotoğraflar: Necati Sarıhan