top of page
Öne Çıkanlar

Kinem ? Kimim ?

Kinem ? Kimim ?


Ben Konya asıllıyım, Ankara'da doğup büyüdüm.


Kanım ve ruhumla Arab, Rum, Kürd, Ermeni ve hatta oldukça fazla bir kısmıyla Türkmen Yörüğüyüm.


Yörükler keçileri ve kılçadırlarından örüklerinde yaşarlar ve de bu yanlış tanımlama doğrultusunda kendilerine asılları sorulduğunda "eskiden yürük'tük, şimdi yürüklüğü bıraktık” demektedirler.


Yörükler köye, kasabaya değil, merkeze bile yerleşse, koyun, keçi, deve değil kafeste kuş bile beslemese, yaylaya turizm amacıyla bile gitmese yine Yörüktür. (Benim gibi!!)


Yörük ismi yaylaya çıkmakla veya hayvan beslemekle alınmaz.

Köye, şehre yerleşip çiftçilik, esnaflık yapmak veya memur, işçi olmakla da yörüklükten çıkılmaz.

Yörük adı Kazak, Tatar gibi bir Türk Boy ismidir.

Yaylalara çıkıp, hayvan beslemelerine rağmen niçin Kürt ve Lazlara yörük denmiyor?


Yörükler Doğu Göktürklerinin bir kolu ve Uygur, Kazak, Kırgız ve Türkmen gibi bir Türk boyudur.

Bir zamanlar onlar Sayan, Altay, Tanrı ve Aladağlar'da tamamen göçebe bir hayat sürmekte idiler.

Yazları yaylalarda sürülerini otlatırlar, kışları ise vâdi, nehir, göl kenarları veya orman içlerinde kışlarlardı. Otlatmakta oldukları sürülerin çoğunluğu küçük yapılı koyun (Akkaraman) olmakla beraber keçi (karakıl keçi, tiftik keçisi ve melez keçi), deve, eşek ve çok az sayıda inek, meliz (balarısı) ve atları vardı. (At genelde bozkır hayvanı olup, dağlara uygun değildi.) Yörükler az yemek yiyip, bol yürüdüklerinden şişman ve göbekli değillerdir. Genellikle kumraldırlar. (Benim gibi... Bir de çillerimi ekleyiniz..) Esmer ve sarışınları da (Sarıkeçililer gibi) vardır.


Yörüklerde işlerin çoğunu genelde kadınlar yapar. (Yörük olmayanlarda olduğu gibi.)

Diğer 'iş'ler erkeklere kalır ve sevdikleri işlerde 'yardımcı' olurlar hep.. Çobanlık da erkeklerin görevidir.

Yörük kadınları koyunu, keçiyi kesip, yüzebilir. Silah kullanabilir, eşeğe, deveye binebilirler.

(Ben onları bulamadığım için bisiklet_ ve Motosiklet 'eyer'iyle işi idâre etmeye çabalıyorum.. :) )


Göçerlerin çeşitli isimlerle anıldığını biliyoruz. Sarıkeçili, Bahşiş gibi.. ve farkları az çok vardır...

Sarıkeçililer develerle göçerler ve çadırları kara çadırdır. Bahşişler gölük (at) ile göçerler ve çadırları kepenekten çatmadır. Bunun gibi az da olsa farkları vardır.

Sarıkeçili çadırlarının ikisini bir arada görmek mümkün değildir.

(Benim gibi.. Yakınımda kimseye tahammülüm yok!!!)

İki çadır birbirine asgâri 500 metre uzaklıkta kurulur.

(Anladınız mı deniz kıyısı da dahil olmak üzere, her daim her yerde neden insanlarla arama mesâfe koyarmışım.. İnstink.. içgüdüler.. genlerle getirdiklerim...)


Her hânesâhibinin hayvan sıyısının 100' ün üzerindeki olması nedeniyle hayvanların birbirine karışmaması için bu tür uygulama zorunludur.

Ayrıca her sürü kendi çadırını bilir. Akşam dağdan dönünce doğruca kendi çadırlarının etrafına koştukları gözlenmiştir.


Sarıkeçili çadırı 5 direklidir. Boyu 2 metreyi bulan orta direğin yanısıra bu direği aynı çizgi üzerinde karşılklı iki de yan direk takip eder. Boyları orta direğe göre 10 cm kadar kısadır orta direğe karşı iki de ön ve arka direk vardır. Bunlar da yan direkten 10 cm kadar kısadır. Çadırın çözgülük ve atkılığı iki kat bükülmüş kıldan dokunur.

Çadırın içinde 6 metrekarelik bir alan oluşur kapı kısmı güneye açılır. Girişin sağına yatak eşyaları, karşısına da yiyeceklerin saklandığı çuvallar dizilir.Kadınların hayvan kılından dokudukları metrelerce kumaşı sarınan erkeklerimize 'kıl-doraklılar' der, bizi sözümona aşağılamak isteyen- yörük olmayanlar..

Sille'li kendini bu yörüklerden tutmadığı için benim anam Bozkır Yörüğü olan babama istinâden bana her kızdığında: 'Nolacak, gıl doraklılardan aldım seni!'' derdi.

Kızmadığı zaman ben onun gızıydım gâri.. Yâni Silleli.. Bir yaka boyu üstün tutardı bunu..


Gelelim geri, çadırların girişinin hemen solunda ocak vardır. Geriye kalan tek yöne de çeşitli giyecek ve kıymetli eşyaların saklandığı çuvallar dizilmiştir.Yer döşemesinde çokça ikibuçuğa birbuçuk cm ebâdında keçe kullanılır. Keçenin yünü kendilerinden verilmek koşuluyla başkalarına yaptırılır. Sarıkeçililerce yaptırılan hemen bütün keçelerde karşılıklı uzun kenarlarda 20 cm enli iki bordür ile ortada ayrı bir bordür dikkati çeker.

Burada keçe sahibinin isminin yazıldığı görülmektedir.

Sarıkeçili oymağının Sarıkeçi, Sarıkeçili (Sarıkeçilü), Sarıkeçilili (Sarıkeçülülü) adlarıyla da anıldığını İçel, Aydın, Konya, Karahisâr- ı Sahib, Akşehir ve Saruhan sancakları, Doğanhisarı Kazası (Konya sancağı), Antalya Kazası (Feke Sancağı), Eğridir, İsparta, Burdur, Dazkırı ve Uluborlu kazaları (Hamid sancağı), Tavşanlı, Honoz Kazası (Kütahya sancağı) onların yaşadığı çevreler idi. Yapılan araştırmalarda, yukarıda sözü edilen yerleşim birimlerindeki Sarıkeçililerin tamamı yerleşmiştir.

Bugün sadece 200 hanelik bir Sarıkeçili ailesi konar-göçer hayat sürdürmekte, bir başka ifâde ile topraksızdırlar.


Kışları İçel-Silifke-Gülnar-Anamur sahillerinde, yazları da Konya'nın Bozkır, Seydişehir-Beyşehir yaylalarında kirâ ile yazlamaktadırlar. Her geçen gün tarım alanlarının genişlemesi, devletin orman dikim çalışmaları ve en önemlisi çağın gereği bu hayatı sona erdirmeye zorlayan etkilere karşılık tükenmekte olan konar-göçer Sarıkeçililer'in folklor ve etnografyası tespit edildi. Yaşar Kemal'in kitaplarında resim gibi renkli anlatılır yörük manzaraları.


Yörükler başka kendilerine behemehal lâzım olmayan eşyalardan başka mülkü olmayan insanlardır,Dünya-malı’nda gözleri yoktur. Dünya, onlara göre, dünyadaki tüm canlı ve cansız varlıkların ortak evidir. Toprağa bağlı, ama toprağı olmayan özgür ruhlu insanlardır.

(Beni özgürlük tuttu da mal düşkünlüğümü sormayın... Mezara nasıl girecem, bilmem?)

Yaylalar, kırlar, çağıldayan ak sular, meleşen keçiler, dağların güneşli, saf ve temiz havası vazgeçemediklerindendir.

‘’Yerleşik’’ lerin göçerlerin hayat biçimi ve felsefelerinden edinebilecekleri çok şey vardır.


Anadolulu bir Ebruyum ben. Hülya Erdoan..

Arablığım bin yıl evvel Konya'nın Zaladın Köyü'ne yerleştirilmiş Habeş ya da Mısır köklerimden kalma.

Orada hâlâ her nesilde bir zenci çıkar. Anamın anası Fat'manam oralıdır.

Ancak aynı Fat'manam eski Pontus kelimeleri de geveler ne kikmetse...

Ben Ona:

-'Anneanne, ben niye Rumlara bu denli bağlıyım, yoksa soyumuzda Rumluk da mı var?'

deyince rahmetli:

-'Bizi zorla gavur mu yapacan? derdi.


Bana kendimi sorarsanızş ben kendimi bunlardan başka Çingene veya Avrupalı da hissediyorum. Yahudi bilim ve san'at dünyası, onların kirli politik faaliyetlerini bir yana atıp, beğenimi kazanır. Anlayacağınız Dünyalıyım.


Ankara'nın Bâlâ Köylerinde 5 yıl süren köy öğretmenliğimin arkasından 1973 de Stutgart'a gittim.

Sonra da Nürnberg'e.

1973 - 2006 arası Almanya'da idim.

Son 23 yıl Sosyal Pedagog olarak Halk Eğitimde çalıştım. Diller ve Multikultur Bölüm Başkanlığı yaptım.

Aile ve Hamilelik Danışmanlığı da yaptım.

Babasız, iki kız büyüttüm; büyük 'gadın' ettim onları.

Biri Ürolog, diğeri politolog+Jurnalist.

İki kızım (Özge- ve Ferda Ataman) şimdi Berlinde yaşıyorlar.

(Googel Ferda Ataman diye yazılarını arayabilirsiniz (D).) Şimdilerde Berlin'de ''Mediendienst-Integratıon / Berlin'' adlı kuruluşda O. Ve Almanya çapında hizmet veren bu kuruluşu Ferda yönetiyor. Özge şu anda çocukları Jakob Onur ile Leah Hanife'yi evde büyütüyor. Doktora teini hazırlıyor bir yandan. Dionisi'nin diliyle 'MUSLUKÇU' luk yapacak.. O kendi gibi üroluglararı muslukçulukla tanımlar da..


Ben 2006 da 'Unumu eleyip eleğimi astığıma' kâni olunca, tesadüfen de o yaz Datça'nın Mesudiye Köyü'nün Hayıt Bükü mevkiinde kardeşimde kalırken, dışarda yattığım gecelerde -saat ikilerde falan- eşeklerin sevişme sonrası azgın anırmaları ve akâbinde horozların: 'sıraladıkları' dişilerinin sayısını haykırdıkları ötüşlerini dinleyince:

'Yahu, eşşekler bile nasıl yaşanacağını biliyor.'

diye düşünüp, 'Böyle geldi böyle gitmeyecek! Trenden ineceğim.' dedim ve Almanya macerâma nokta koyup Datça'ya geldim.


Üç yıl Mesûdiye'de / köyde dinlendim (Absolut). Sonra gene sosyo-kulturell arantılara giriştim. İlçe merkezinde bu 'Kalimerhaba' adlı Rembetiko Kultur Meyhanesini açtım. Kendi zevkime göre seçtiğim Dünya müziklerimle (elbette kendi/dünya Ebrularımızı da buna bulayarak) köyde kendi zeytinliğimde ürettiğim zeytinyağımla, doğala odaklanmış kendi süzme yoğurtlarımla bir yol tutturmaya çalıştım.


Dükkân pek değişik oldu. Adımı 'Pazarda opera çalan kadın'a çıkardılar.

'Ayrıkotu' gibi kimseyle özdeşleşemiyorum burada.

Örneğin bu devirde hâlâ yere tükürenler var...

Türkiyede insanlar genelde '..mışlar' numarası yapıyorlar, kazısan içi ... neyse...

Politik anlayışları da pek garip:

Solcuysan mutlaka Anayasa değişikliğine red oyu vereceksin. (Yâni ''Faşist Kenan Evren'in koydurttuğu faşist kanunlar ile devâm edelim !!!'' diyeceksin..)

Ya siyah, ya beyaz olmalısın. Ezber bozmak için Cumhuriyet ile Taraf gazetelerini birlikte okumam bile çoklarınca hoş karşılanmadı.

Genelin alışkın olduğu TV, naylon masalar ve üstlerinde naylon örtüleri, plastik çiçeklerim yok dükkânımda. Burada yaşayan zengin/fakir kişilerin yüzde doksanı böyle lokantalarda yiyip içiyorlar..

Ne eti ne yağı ne suyu ile pişirildiğine bakmadan yiyorlar valla..

Bundan başka, beni de bir yerlerden alışkın oldukları- ya da evde taşımak zorunda kaldıklarıı 'kadın'lara bir türlü benzetemediler. Yâni benim serbest meslek Konzeptim tutmadı...

Allahdan, paraya bağımlı değilim.

Almanya'dan emekli oldum, kendi yağımla kavruluyorum... Dükkânı bununla taşıyorum.

Kalimerhaba Yeme İçme Evi'm henüz kapanmadı..


Bu kadar karamsarlıktan sonra neden 2009 dan beri burada emek verip didindiğimi merak edeceksinizdir.

Bu yıllarda bu dükkânda dünyanın en tatlı insanlarını tanımak nasiboldu da ondan.

Sizlerin de herbiriniz gibi genç, yaşlı, kadın, erkek ca. 200 / 300 süper kişiyle tanış olabildim.

Bu kadar sayıda hârika kişiler de yeni yeni içeri girip, her bir özelliği takdirle inceliyorlar.

Blüthner marka 1875'den kalma antik pianom da ilgi odakları arasında

(Elbette anlayanlara! Yoksa hoşaftan anlamayan haflara cızırtı gelebilir aynı güzel ses.. )


‎"Hayat başlar ve biter !

Nasıl başlayıp nerede sona erdiği değil, ikisi arasına neler sığdırılabildiğin önemlidir".

demiş, Amin Maalouf أمين معلوف


Ben hep burada mı kalacağım?

Bir yörük gızına bu soru sorulur mu ?

Elbette hayır!!

Belki de seneye beni, bu zamanlarda, Cirrus II ile dünyaya yolcu edeceksinizdir...

Dünyaya davet edildim...

Elimde koçanı kalmazsa...

Bakacazz...




**

Hülya Erdoğan




İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Rüya

son eklenenler
ADIyla ARA
Henüz etiket yok.
bizi izleyin
  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • Google Classic
  • Wix Facebook page
  • Wix Twitter page
  • Wix Google+ page
bottom of page