top of page
Öne Çıkanlar

DEĞİRMEN

DEĞİRMEN

...

Ağır ağır ölür Yolculuğa çıkmayanlar, Okumayanlar, Müzik dinlemeyenler, Gönlünde incelik barındırmayanlar.

Pablo Neruda


Arkası dönük, yüzü görünmüyor. Bedeni ne kadar da ince. Bu zarif kadın sanki tanıdık bir yerlerden. Yüzünü görmek istiyorum. Başı hep ilerde. Herhangi bir nedenle yüzünü bana doğru dönsün istiyorum. Dönmüyor.


Şehiriçi otobüsteyiz. Dışarda yağmur var. Hava soğuk. Durak arası yolcularda bir yerden bir yere gitmenin telaşından çok yağmurda ıslanma endişesi var. Kış, nasıl da her şeyi yavaşlatıyor...


Beni çeken ne bilmiyorum. Israrla ona bakmak istiyorum. Koltuklar dolu. İkimiz de ayaktayız. Onun hâlâ arkası bana dönük. Gözlerim acelesiz ve bir o kadar tedbirsiz üzerinde geziniyor. Henüz silinmemiş bir iz arar gibiyim. Oysa mantosunda yaşanmışlığa ait bir ize rastlayamıyorum. Bir tek toz zerresi dahi yok siyahında. Kaşesi yumuşak görünüyor. Satın alınmış da uzun süre giyilmemiş; bez torbada korunarak, kollanarak, dolapta bir yerde giyileceği gün beklenmiş sanki. Onun için bugünün özel bir anlamı olmalı, diye düşünmeden edemiyorum. Hayat her gün aynı anlamda yaşanmıyor.


Yolcular birer birer çoğaldıkça mekanik ses arkaya ilerlememiz için uyarıyor. İlerliyoruz. İlerlemek için arkaya dönmek gerekiyor. Sabitleneceğim noktayı bulduğumda bakıyorum ve kadın yine önümde, yine arkası dönük, başı dimdik ve ilerde. Yüzü yüzüme bir türlü denk gelmiyor. Oysa ne çok şey anlatabilir yüz, yüze.


Otobüste şoför hariç herkes yağmurdan biraz ıslak. İnsanın şemsiyesi de olsa yağmurdan kaçmak mümkün olmuyor. Burnumun dibinde kadın. Bunca ıslak koku birbirine karışmasa, naftalinin mantoya sinmiş rahatsız edici kokusunu daha keskin duyabilir insan. Nem kokuyu yumuşatıyor. Yağmur kendi kokusunu bırakıyor her şeyin üzerine.


Şoför otobüsü sert kullanıyor. Trafik ışıklarında hızla durduğunda, sarsılıyoruz. Bu durumdan şikâyet eden olsa da onlara aldıran yok. Ona bakıyorum başı yine dimdik, ileri. Sanki biz sarsıldık da o sarsılmamış gibi. Hatta sarsılmazmış gibi. Öylece dikiliyor. Bir heykel içtenliğinde. Boyunun bir kadına göre epeyce uzun olduğunu duyumsuyorum bir an. Bunun ne önemi varsa. Mantosunun siyahının toz konmamışlığına inat koyu sarı boyalı saçlarının rengi solmuş. Ama uzun. Özenle taranmış ve bir atkuyruğuna hapsolmuş saçları temiz. Temiz olduğu için asi. Kirlenen hiçbir şey isyana yeltenmiyor.


Işıklardan sonraki durakta otobüse şişman hamile bir kadın biniyor. Ardı sıra sekiz- dokuz yaşlarında bir kız çocuğu. Tostoparlak olmuş yarım dünya haliyle arkaya doğru zor ilerliyor. Öndekiler yol verince o da yol veriyor. Şişman hamile kadın ve kız çocuğu gelip ortamıza dikiliyor. Yüzü bana dönük kadının. Nefesi rutubet kokuyor. Şiş yüzüne, şiş dudaklarına pörtlemiş gözlerine bakmak iç açıcı değil. Gözlerimi yere indirirken aklıma kimsenin çocuğuna “ Dünya” adını koymadığı takılıyor. Doğmamış onca çocuğun varlığındaki bir dünyada doğacak bir çocuğa “Dünya“ adını vermek çok anlamlı geliyor o an. Kendi kendime gülümsüyorum. Yan koltukta oturan yaşlı amca da bana gülümsüyor. Göz ucuyla, bana baktığını ve çenesinin gülen dudaklarına uyum sağlayarak gevşediğini görebiliyorum. Cebini şişiren poşette ilaç kutuları var. Bu havada onu dışarıya çıkaran ihtiyaç duyduğu ilaçlar olmalı. İhtiyarlar hayata ilaçla tutunmazdı önceden.


Koltuktakilerden biri iniyor ve hamile kadın onun yerine yerleşiyor. Onunla aramızda kalan kız çocuğu annesinden uzak kalmaktan rahatsızlık duymuyor gibi. Sarışın çilli yüzüne oturttuğu neşeyle “ Bir kardeşim olacak .” diyor. Çocuklar oldum olası bir şekilde yakın bulup içlerini dökmüştür bana. Ama bu kez çok hazırlıksız yakalanıyorum. ”Evet, gördüm, biliyorum.” demek yerine “ Yaaaa…” diye bir ünlem çıkıyor ağzımdan. Kız çocuğu annesini işaret ederek “ Bir oğlan “ diyor. Gülümsemekle yetiniyorum. Kardeşin ilgimi çekmediğini düşünmüş olacak elindeki kitabı gösteriyor bu kez. Antoine de Saint- Exupery’ nin Küçük Prens’i bu. Çok tanıdık. Kardeşiyle Küçük Prens arasında bir bağ kurduğunu düşünüyorum. Ama öyle değil anlaşılan. Kardeşini annesinin karnında unutmuş çoktan. Küçük Prens’i öğretmeninin tatilde okuması için verdiğini söylüyor. Sadece ona değil herkese verilmiş bu kitap. ” Her gün baştan sona okuyorum.” diyor.” Her gün baştan sona…” diyorum belli belirsiz. Hayatta kaç gün kalacağını kim bilir? Her an kalanı öğütüyor. Çalışırken daha bir hızlı. Ama ben tatildeyim.


Otobüs durduğunda o kadın iniyor. Mantosundan fark ediyorum mağrur gidişini. Kız çocuğunun sözlerine dikkat ettiğimden yüzünü görmek mümkün olmuyor yine.


Otobüsten indiğim iskelede kapalı çay bahçesine oturuyorum. Denizi içime çekmek çok güzel.


İçerde Yann Tiersen ‘in “ Le Moulin “ i çalıyor .



Gülgün Çako / 2015








İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Rüya

son eklenenler
ADIyla ARA
Henüz etiket yok.
bizi izleyin
  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • Google Classic
  • Wix Facebook page
  • Wix Twitter page
  • Wix Google+ page
bottom of page