DOST KARA GÜNDE BELLİ OLUR
DOST KARA GÜNDE BELLİ OLUR
Zeki Sarıhan
Atalarımız “Dost kara günde belli olur” diye ne kadar da doğru söylemişler. Bu nedenle hangi dostum hasta olsa, bir kaza geçirse veya koğuşturmaya uğrasa onu aramak, yanında olmak isterim. Bunu yapamazsam içime dert olur. İnsanların iyi günlerinde arayanları zaten çok olur.
1970 yılı 29 Ekim günüydü. Ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak atandığım Milas ilçesinin Selimiye bucağında Cumhuriyet Bayramı konuşmasını benim yapmamı istediler. Birçok öğretmen sırasını savmış olmalıydı. Konuşma yapacaktım ama bu öyle her yıl tekrarlanan, alışılmış ve ilgi uyandırmayan bir konuşma olmamalıydı.
Konuşmamı hazırladım, daktilo ettim. (Hâlâ arşivimde duruyor). Cumhuriyeti nasıl kazandığımızı anlattım. Buraya kadar olanlar her törende söylenebilirdi. Ancak ben bir şey daha yapacaktım: Okulun hademesi Murat Abi’den bir şey rica ettim. Kürsünün altındaki küçük bölmeye törenden önce bir fruko şişesi ve bir taş koydu. Ben de konuşmamın sonunda Türkiye’nin yeniden bağımlı duruma düştüğünü, yabancı şirketlerin ülkemizi sömürdüğünü, emperyalizmle mücadele etmemiz gerektiğini anlatarak bunun bir temsili olması için şişeyi ve taşı çıkardım ve taşla içi dolu şişeyi kırdım!
Bütün törenlerde olduğu gibi kürsüde söylenenlerle ilgilenmeyen, kendi aralarında itişip kakışan öğrenciler gibi öğretmenler ve töreni izleyen halk da birden dikkat kesildiler. Büyük bir alkış koptu.
Kürsüden indim, ortaokulun duvarı dibinde sıralanmış nahiye müdürü, belediye başkanı, jandarma komutanı, orman müdürü, ortaokulun ve ilkokulun müdüründen ibaret protokolün yanında dikildim. Öğretmenler, sınıflarının başında bulunuyorlardı.
Beklenmedik bir şey oldu: Karakol komutanı Başçavuş, programda olmadığı halde kürsüye çıktı. Bana cevap veren bir konuşma yaptı. Ben iyi hoş söylemiştim ama Komünist Rusya’dan neden söz etmemiştim? Bu bir eksiklikti ve Başçavuşumuz şimdi bu eksikliği tamamlıyordu… Türkiye’nin en büyük düşmanı komünizmdi… Her görüldüğü yerde ezilmeliydi. İşte orada Cumhuriyet Bayramı kürsüsünde görülmüş olmalıydı!
47 yıllık cumhuriyet, gele gele Amerika’nın Ortadoğu’da bekçisi haline gelmişti demek. Ona karşı her söze böyle bir cevap verilmeliydi.
Bu kez ortalık buz kesti. Gözler bana yöneldi ve herhalde bazıları acıyarak baktılar. Daha şurada göreve başlayalı iki ay dolmadan karakol komutanı genç bir öğretmenin saygınlığını sıfıra indiriyordu! (Nitekim çok geçmeden nahiye müdürü bu öğretmeni şikâyet edecek, Millî Eğitim Bakanlığı soruşturma için bir başmüfettiş gönderecek, öğretmen Bakanlık emrine alınacak, ardından tutuklanarak içeri atılacaktı... Burası uzun hikâye!)
TÜLİN HANIM’IN JESTİ
Fakat o da ne? Tören kalabalığının öteki ucunda, öğrencilerinin başında bulunan ilkokul öğretmeni Tülin Hanım, kalabalığın içinden süzüldü, ekâbirin önünden geçerek, bana elini uzattı:
—Tebrik ederim Zeki Bey! dedi.
Sonra başçavuşun ve ötekilerin yüzüne bakmadan geldiği gibi öğrencilerinin yanına döndü…
13 yıl sonra 1983’te 1402 sayılı yasa ile görevime son verilmişti. Mesleğini seven bir öğretmen için bu bir yıkımdır. Çok arayan soran, teselli veren oldu. Öğrencilerimden arkadaşlarını temsilen evime kadar gelenlerle dertleştik. Bana moral verdiler.
Fakat bir okul arkadaşım vardı ki, ailecek 15 günde, ayda bir görüşürdük. Adeta selamı sabahı kesti. Aylarca sonra gene bir akşam kapımızı çaldılar.
Annesi açık acık dedi ki:
—Kaç seferdir söylüyorum, oğlum, bak arkadaşının başına bir iş gelmiş. Kalkıp gidelim, geçmiş olsun diyelim, fakat ancak bugün ikna edebildim.
Arkadaşım şu itirafta bulundu:
—Valla, takip altındadırlar, gidersek bize de bir zarar gelir diye düşündüm…
Diyeceğim, Tülin Hanım’ın davranışını örnek alalım. Çekinmeyelim. Alt tarafı ne olacak ki? Hiç değilse onurumuzla yaşarız… (18 Ocak 2014)
-------------
Fotoğraf, 1970-1971 Öğretim yılında, Milas Selimiye Ortaokulu 3-B şubesi öğrencilerini öğretmenleriyle birlikte gösteriyor. Kendisi, sağdan üçüncü kazaklı olanıdır.1971'de cezaevine girince öğrencilerinin gönderdiği bu fotoğrafa, onların adını tek tek hatırlayıp yazmıştır.