Ezber Bozmak
Ezber Bozmak
“dolandım peşinde kaç kere,
kaç kare yakaladım seni “ Çanakkale Boğazı’nı her seyredişimde yıllar öncesini yaşabileceğimi düşünür de hüzünlenirim. Evlilik ertelemiş bir sevgili gibi. Mavi bir kare…
Hangi akla hizmet kasabamın o kadar uzağına düşmüşüm. Liseyi bitirmiş yüksekokula giderken çok yakınımızda Çanakkale varken ben Bolu’yu seçmişim. Aldatmışım denizi. Derinine inmeden, uzağına gitmişim. Yeşil kare…
Bolu, harika bir uğrak. E5’in çekiciliği hâlâ aklımı alır. Bin otobüse İstanbul. Ver elini Ankara. Kırmızı kare…
Niyetin neyse. Ben, en çok gidebildiğim sinemaları ve ayağıma kadar gelen tiyatroları izlemelerime seviniyorum. Ve uzanabildiğim yerleri. Her fırsat ve her şartta.
Dedemin katkısına ekleyebildiğim harçlıklarımın götürebildiği yerleri geziyorum o zamanlar . Dedem pek çok şeyi gibi kendi Evliya Çelebiliğini de bana bırakmak istemiş olmalı. Mor kare…
Milattan sonra, 2007 ‘den önce bir yıl. Zincirlerden o halkayı ele geçirdiğimde seksenli yılların ortalarına kilitleniyorum. 18 yaş sonrası. Kendimle baş başa kalmaya başladığım yıllar.Ve de en yoğun kendimi aradığım yıllar.Hem de nerelerde…Bulunduğum her yerde ve ulaşabildiğim, yorabildiğim her düşüncede, demek mi gerek yanıt olarak ? Kim bilir, belki de. Kare turuncu bu kere…
Bir otobüs üniversiteliyiz. Bunun ötesinde aynı amaçla yola çıkmış kimseler değiliz.Biz azınlık, gezme ve görme merakındayken, çoğunlukta olanlar bu meraklarını önceden gidermiş ve şimdi güneşin yakıcılığına tapar durumda. Mayıs güneşi de onlara, gel, diyor. Bolu’dan ve kıştan yola çıktığımız düşünülürse bu güneş tapıcılığı bu gün için bana da uyar. Ama o zamanlar ? Siyah kare beyazla, beyaz kare siyahla savaşmada…
İdare etmek zorunda olduğumu yola çıkınca anlamanın karmaşıklığı.Otobüsü durdur, in, inebilirsen. Tur düzenleyene peşin vermişiz parayı bir. Bodrum’u ertelemek de istemiyorum iki. Bodrum Halikarnas Balıkçısı’nın şehri.Halikarnas Balıkçısı dikkatimde bir isim. O zamanlar henüz içime düşen sırrını bilmesem, sadece K. ‘nın gizemine inanıyor olsam da.Lacivert kare…
Bodrum’u ilk görüşüm. O yıllar çocukluğunu yaşıyor . Bende kalan bu ilk karede daha çok beyaz badanalı evler var.O evler beyaz elbisesi içinde küçük bir kız çocuğu gibi kalmış aklımda. Üstelik elbisesi fistodan. Bir zenci ağzı ile gülümsüyor. Ağzında sıra sıra inciler. Küçük kız zenci olmalı, diyorum. Gözüme ilişen o toprak fırın bile beyaz badanalı. Girişte kereste atölyelerinin rahatsız edici dağınıklığı yoğunlaştığım an’ı bozmaya çalışmışsa da büyüleniyorum ona.Denizden bir şal almış omzuna.Turkuaz mı turkuaz. Kızın adını, Turkuaz, koyuyorum.
Mutlu, mesut,bahtiyar dolanıyoruz. Minicik çarşı, dar sokaklar, salaş çay bahçesi… Oturalım mı, gidelim mi muhabbeti arasında tabure sandalyeli minik masalardan birinde arkadaşları ile sohbete dalmış beyaz saçlı adamı tanıyorum. Ve perde aralanıyor…. Orhan Kemal’in BEKÇİsi bu. Murtaza .Bekçi Murtaza. Tam karşımda. Kitaptan perdeye. İlk yerli karakterim, ilk iz. Kendi tiplememle öyle örtüşüyor olmalı ki, gözümde sinema, hayalleri canlandıran büyülü bir dünya olmuş çoktan.
Filmi henüz seyretmişim. Daha dumanı üzerinde tütüyor. Kitabı ise bir kez daha okumanın peşindeyim.Ve… Üçüncü boyutta bekçi elbiseleri ile bana doğru geliyor Müjdat Gezen. İliklerine kadar bildiğinin peşinden giden bir göçmen.”Görmüşüm kurs, almışım büyüklerimden dısiplin.” diyor. Ölüme bile aldırmadan. Kızının canı pahasına. Devamında, bildiklerini peşinden sürüklüyor. Bilmediklerine aldırmadan. Bir ileri, iki geri…
Bildikleri de ezberden ibaret. Duymadan,düşünmeden davranma abidesi gibi dikiliyor gözümün önüne. Önce kitaptan, sonra filmden bakarak, bana düşünmenin ve düşünerek karar vermenin önemini bir daha bir daha işaret ediyor. Kendi tam tersini yapıyor olsa da, ezberler bozulmalı, dedirtiyor.Var olmanın değişmez kaderi. Sarı kare…
Saçlarının bu kadar da beyazlamış olmasına tasalanıyorum Müjdat Gezen’ in. Bana neyse? O anlattıklarına gülüyor, etrafındakiler ona. Onlar mutlu. Ben de mutluyum. Uzaktan bakıp, gülümsüyorum.Etrafla ilgilendikleri yok.Benim de kendimi fark ettirmek gibi bir niyetim yok. Olmaz da zaten. Bu kadar mesafe bana yetiyor. Dokunsam yırtılacak perde. Kirlenecek beyaz.
Bir adamın kötü adamlığının anlaşılması için yedi saniye görünmesi gerekiyormuş perdede. Yedi saniyelik bir kare ha? Ben demiyorum, Sinan Çetin söylüyor. O da öğrenmiş bir yerlerden. Gerçek hayatta iyi adam olduğunu kanıtlamak için yetmiş yaşanılan yıl gerekliymiş. O da yetmez belli.
Nasıl anlatmış Orhan Kemal, nasıl bir tipleme yapılmış ki perdemde Müjdat Gezen baş rolden inmiyor. Kaç kez canlanıyor karakter. Kaç saniyede hangi adamlığına hükmettim de içimde bu kadar yer ediyor? Saflığı ve doğallığı mıydı etkileyen ?Etrafta onun gibilerin çokluğu mu? Ezbere yaşayanların yani. Ya kara badem gözler.
Yakaladığım kareleri biriktiriyorum. Siyah- beyaz, renkli… Menkul karakterli. Sinemayı seviyorum. Hayal perdemi açtığı ilk günden beri seviyorum. Sinemayı annem ve arkadaşları ile gittiğimiz kasabamın kapalı salonundaki matinelerden kalan lezzetle seviyorum. Kadınların erkek egemenliğine başkaldırışının farkında mıydım o yıllar? Kendilerince bir eylemde bulunmanın mutluluğu muydu ayaklarımızı kanatlandıran?
Ailece paylaştığımız suarelerin hazzı ile seviyorum sinemayı. Sıcak yaz gecelerinde açık hava sinemasının tahta sandalyeleri altıma yapışalı ve teneke kovada buzlar arasında satılan sade gazozların tadı damağımda kalalı beri mutlu anlar simgesi. Çocukluğumuzda bir bayramları bir de sinema günlerini iple çekerdik, söylemi öylesine geçerli ki…
,
Önce, doğacağına sevinilen bir bebek gibi yaşantıma kattığı heyecanlardı içimi kıpırdatan. Büyüdü büyüdü büyüdü ve seçmeyi öğrenince dillendi, içimi uyandırdı sinema. Ezberlerimi fark etmemi sağladı. Anlatamadığım duygular oldu bazen, keşfettiğim düşünceler, biletsiz diyarlar, sınırsız hayaller…
Sonrasında kaçışlarıma bir kapı oldu, açıldı. Yaşamın sorumluluklarından bir nebze kaçtığım. Telefon çalmaz, kapı vurulmaz, istek olmaz anlar için açtığım bir kapı.Görevlerin ardında kaldığı bir kapı. Gong çaldığında duran bir hayat, kare kare başka hayat ve de hayatlar. En çok da sinemayı sinemada izlemeyi seviyorum.
Bodrum’da bir kıvılcımın ışığına çarpmıştım. İçin için bir ateş. “Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin. Senden öncekiler de böyleydiler, Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler.” demiş ya Halikarnas Balıkçısı, ben sandım ki alıp… Kare kare…. Perde aralandığında Önce saçları beyazladıysa da hayallerin Badem gözleri hep karaydı Ezberi bozmalıydı Ebemkuşağını çözmenin gücü Bozardı da Diyar diyar Damar damar İz iz Şimdilerde kendimden kaçıyorum. Bir zamanlar yakalamaya çalıştığım kendimden.Sırtımda kareli gömleğim. Aklımda Turkuaz… Gülgün Çako
MaviADA kültür sanat edebiyat , Kış 2008 (Dergiyle buluştuğum sayı)