FERHAN ŞAYLIMAN
Meryl Streep’in Uçurumlarına Düşmek...
Onu ne zaman izlesem sonsuzluk duygusuna kapılırım.
Sonsuzluk!
Irzına geçilmiş, çoraklaşmış ülkemizin ”fıtratında” olan sığlıklarla karşılaştırıldığında ne çok insan, ne çok hayat ve ne çok kadındır Meryl Streep.
Uyandırdığı bütün olağanüstü çağrışımlara karşın hiç aklımdan geçmemişti onla ilgili bir yazı yazmak. Ta ki Obama’nın ABD’de sivillere verilen en yüksek onur nişanı ‘‘Cumhurbaşkanlığı Özgürlük Madalyası” ödül töreninde sahneye çıkıp ”Herkesin önünde açıklıyorum: Meryl Streep’i seviyorum. Ona aşığım. Onu sevdiğimi kocası da biliyor, Michelle de biliyor. Bu konuda yapabilecekleri hiçbir şey yok” dediğini öğreninceye kadar.
Obama’nın sahnede rüya kadınla ilgili söyledikleri tabi ki bir ironi ama madalyasını taktıktan sonra rüyayı kollarına alıp sarıldığı resme bakar mısınız?
Adamın yüzündeki ifade gerçeğe ne kadar da yakın. Hayatı boyunca yakaladığı sayılı mutluluk anlarından birisi sanki. Belki de ömrünün geriye kalan bölümünde o anı düşünerek kendini iyi hissetmeye çalışacak; ne zaman içi daralsa Meryl Streep’e sarıldığında duyduğu kokuyu, kollarını doladığı gövdenin sıcaklığını, boynuna sıkıca yapışmış tenin yumuşaklığını anımsayacak.
Tabi işin içinde Obama olunca hayali bu kadar savunmasız bırakmamakta fayda var.
Yani kendi yarattığı hayallere tapan, bunu sistemi ayakta tutan bir sanayi haline dönüştüren, sinema ve edebiyat başta olmak üzere işine yarayacak her şeyi kullanan, tüketen bir ülkeden söz ediyoruz. Amerika’nın ürkütücü yüzünü başka bir yazının konusu yapacağımızı söyleyerek, Obama’nın kollarındaki kadına geri dönelim. Başkan, Beyaz Saray’da düzenlenen törende, üç kez Oscar ödülüne layık görülen oyuncuya övgüler yağdırırken, “Oynadığı karakterlerin hepsini yürekten hissediyor. Bazen ABBA gibi şarkılar söylüyor, keman öğreniyor, bir rahibe gibi giyiniyor, bir aslanı yeniyor. Meryl Amerika’nın önde gelen hanımefendilerinden biri” demiş.
Bunları okurken birden aklıma onun geniş zamanlara yayılan bakışları, yüzü, gülümsemesi, gözyaşları geldi. Nasıl olup da bu kadar çoğaldığını, çok farklı uçlardaki hayatları özümseyip içine, ruhuna sığdırırken neler hissettiğini anlamaya çalıştım. ‘‘Sophie’nin Seçimi’‘nde Almanya’da Nazi döneminde, iki çocuğundan birini Gestapo’ya vermek zorunda kalan Yahudi bir tutsağın çektiği acılardan, Clint Eastwood’la çevirdiği “Yasak Aşk” filmindeki, bir kasabada yaşayan evli ama mutsuz kadına, ”Şeytan Prada Giyer” de çalışanların gözünün yaşına bakmayan medya patronundan, Abba’nın şarkılarından uyarlanan müzikal “Mamma Mia”daki rolüne, ”Şüphe’‘ filminin asık suratlı, taş kalpli rahibesinden, Dustin Hoffman ile birlikte rol aldığı “Kramer Kramer’e Karşı” adlı filmde çocuğunun velayet hakkı için mücadele eden anneye kadar sayısız kişiliğin, kahramanın dolaştığı uçsuz bucaksız bir hayat ormanı o.
Meryl Sreep’in acı, hüzün, aşk ve insan kokan ormanında karşılaştıklarım, bana kendi hayatlarımızın içine kıstırıldığı sığlığı, düzeysizliği, ilkelliği ve sevgisizliği düşündürdü.
En kötüsü de sevgisizlik galiba.
Onun için ne kadar kuşkuyla karşılasam da, Obama’nın ‘‘Ona aşığım’‘ sözlerini acayip önemsedim.
Dünyanın jandarmalığına soyunmuş eşkıyadan farksız bir ülkenin liderine, bunları söyleten gücü iyi anlamak gerekiyor.
”Biz birbirimizin insanıyız.” diyemeden tükenip giden bir ilişkiler ormanında yaşadığımızın farkında mıyız?
”Birbirinin insanı olmak” tıpkı Meryl Sreep’in ruhunda taşıdığı ilişkiler, acılar, gülümsemeler, ayrılıklar, hüzünler kadar çoğalmak demek.
”Birbirinin insanı olmak” bizi kuşatan sığlıklar cehenneminde bir diğerinin elini hiç beklentisiz tutabilmek, sesini duymak için sabırsızlanmak, incindiğinde üzülmek, gittiğinde özlemek demek.
”Birbirinin insanı olmak” Obama’nın sarılırken içini titreten öyle bir kadının varlığında varlığını eritmek demek.
Bunları yaşamadan tükenip giden hayatlarla dolu çevremiz. Kimi zaman şimdi yaptığım gibi suçu ”işin fıtratı’‘ndakilerin yozluğuna bağlamak ne kadar da kolay bir yaklaşım. Öyle mi gerçekten? Hiç dönüp bakmayacak mıyız kendimize? Meryl Sreep gibi uçurumlarında kaybolacağımız kadınların tümü, toptan verilmiş bir kararla başka dünyalara çekip gitmiş olabilirler mi? Hiç sanmıyorum. Kolay olanın, elimizi uzattığımızda ulaşabileceğimizin rahatlığına mı alıştık yoksa? Küçük, düzenli, güvenli, sınırları çizilmiş konforlu hayatların aslında mutsuzluk ürettiğini, uçurumlardan sakınayım derken kişiyi tükettiğini, bıktırdığını görmezden mi gelmeliyiz?
Aşkın, tutkunun varlığını güvenli ilişkilerin duvarları arasında değil de, Meryl Streep benzeri uçurumlardan oluşan dünyalarda aramak çok mu ürkütücü, çok mu yorucu, çok mu sıra dışı?
Obama bir an da olsa eşkıyalıktan vazgeçip kirli elleriyle rüya kadına sarıldı, saçlarını kokladı ve herkesin önünde ‘‘Ona aşığım’‘ dedi ya, belki de kişisel maceralarımızı bunu yapabilmeyi, bunu söylemeyi göze alarak büyütmeliyiz.
Geriye uçurumlarda yaşamayı öğrenmek kalıyor ki, işte galiba en zoru da bu.
Ama belki de hepimizin bir uçurumu var, bilmediğimiz, öğrenilmeyi, keşfedilmeyi bekleyen uçurumlar.
Onun için de Obama’nın yaptığı gibi biraz cesaret gerekiyor.
Zaten aşk da cesaret etmek değil midir?
Çünkü uçurumdur aşk: Cesaret ve uçurum.
”Herkesin önünde açıklıyorum: Meryl Streep’i seviyorum. Ona aşığım. Onu sevdiğimi kocası da biliyor, Michelle de biliyor. Bu konuda yapabilecekleri hiçbir şey yok”
B.OBAMA
ABD BAŞKANI