top of page

ZEKİ SARIHAN

 

Bedelli Askerlik

 

 “ZENGİNLER YAŞASIN, YOKSULLAR GEBERSİN!”

 

Yıllardır sağdan soldan dillendiriliyordu. Nihayet Bedelli Askerlik geliyor. 18 bin lirayı veren askerlikten yırtacak.

 

20 yaşana gelen her Türk gencinin eğer bedensel bir engeli yoksa toprak rengi bir giysiye bürünüp silâhaltına alınması kanun gereği idi. Yurttaşlık Bilgisi kitaplarında buna “vatandaşlık görevi” deniyor. Askerler, Amerikan üslerindekiler hariç, sınırlarımızdan içeriye girecek bir yabancı asker olursa onun gözünü oyar veya varlığıyla bu gibileri caydırırdı. Polisin yetmediği yerde jandarma, onun yetmediği yerde de nizamiye askeri toprak isteyen köylünün, grev yapan işçinin üstüne sürülürdü.

 

Kolay iş değildir askerlik. Önce bir talimden geçeceksin. Yat, kalk, koş, sürün… komutlarının gereğini hakkıyla yapacaksın. Soğukta, sıcakta nöbet tutacaksın. Dağda bayırda yatacaksın. En önemlisi de siperlerde düşman kurşununa göğüs gereceksin. Savaşlarda veya iç kalkışmalarda ölün mü gelir, dirin mi belli olmaz!

 

ASKERLİK OLDUM OLASI YOKSULLARIN İŞİDİR

 

Yoksul mesleğidir askerlik. Vatanı beklemek ve savunmak yoksulların, onun nimetlerinden yararlanmak zenginlerin işidir. Eskiden Padişah hazretlerinin hemşehrisi diye İstanbullular askere bile alınmazmış. Anadolu köylüsünün kemikleri ise Yemenlerde, Galiçyalarda kalıyordu. 1 Mart 1922’de Mustafa Kemal Paşa, “Köylü milletin efendisidir” sözünü tam da bunun için, bir minnet ifadesi olarak söylemiştir.

Sanırım, siz de bedelli askerliği içinize sindiremiyorsunuz. “No o öyle bu vatan hepimizin değil mi? Bir kısmı para verip askerlikten sıyıracak, diğerleri canını ortaya koyarak vatanı bekleyecek! Olmaz böyle şey!” diye düşünüyorsunuz.  

 

Ama durun bir dakika! Konunun bir de öte tarafını düşünün.

 

Hani şu yeni, yepyeni bir Türkiye kurduğumuz kurtuluş Savaşı var ya, kutsadığımız savaş. Bedelli askerlik o zaman da vardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan kısa bir süre sonra 1920 yazında bir kısım mebuslar buna isyan ettiler. 2 Eylül 1920’de, Yunanlıların Batı Anadolu’da işgallerini genişlettikleri, Meclis’e karşı patlak veren ayaklanmalardan biri bastırılmadan diğerinin baş gösterdiği, Güneydoğu kentlerimizde işgalcilere karşı şehir halkının canını dişine takarak direndiği günlerde, Meclis’te bir kanın tasarısı görüşülmeye başlandı. Tasarıya göre yaşıtları silâhaltında olan gayrimüslimler gibi İslamlardan da seferberlik süresince ilk altı ay içinde 200 lira, bir tüfek ve 100 fişek verenler askerlik yapmayacaklardı. Daha sonraki altı ay içinde 200 lira daha alınacaktı,

Milletvekili maaşları 100 liraydı. Bunun 30 lirası da cephe için kesiliyordu. Eğer alabiliyorsa bir memurun ortalama aylığı 15–30 lira arasında değişiyordu.

 

HALKÇILARI İSYAN ETTİREN TASARI

 

Yeni kurulmakta olan devletin en itibar ettiği ideoloji halkçılıktı. Çünkü halkın gönüllü ve açık desteği olmaksızın istilacıların yurt topraklarından sürülüp çıkarılması mümkün görülmüyordu. Zenginleri para karşılığı askerlikten muaf tutan böyle bir anlayış karşısında Mehmetçiliği gayrete getirmek zorlaşırdı. “Zenginlerin canı can da bizimkisi patlıcan mı?” diyebilirlerdi. Bursa’nın savunulmadan Yunan ordusuna teslim edilmesi karşısında bazı mebuslar, bunu zenginlerin askerlik yapmamasına askerlerin tepkisine bağlıyorlar çare olarak “iktidarı halka verelim” diyorlardı.  Halk Zümresine mensup mebuslar da bir an önce devletin ideolojisinin ilan edilmesini istiyorlardı. Neydi bu ideoloji? Osmanlıcılık mı? Türkçülük mü? Liberalizm mi? Kapitalizm mi? Tabii onlar devletin aşağı yukarı sosyalizm anlamına gelen halkçı olmasını istiyorlardı.

 

Hükümet işte bu günlerde (13 Eylül 1920) “Halkçılık Beyannamesi”ni Meclis’e sundu. “İşte benim ideolojim budur” dedi. Bu Beyanname enine boyuna görüşüldü ve bundan 1921 Anayasası oluştu. Altı Ok’un ilk oku halkçılık, o günlerden kalan bir “hatıra”dır.  

 

“ZENGİNLER YAŞASIN, FAKİRLER GEBEERSİN!”

 

 Hükümetin yarı resmî yayın organı Hâkimiyeti Milliye, bedelli askerlik için 27 Ekim 1920 tarihli sayısında şöyle yazdı:

“Paralı bedel kanunu çıkarmak, zenginler yaşasın, fakirler gebersin demektir. Herkesin görevi cepheye gitmektir.”

 

Tasarıya karşı olan mebuslar, 1 Kasım 1920 günü konunun kaldığı yerden görüşülmeye devam edilmesini, maddelere geçilmesini engellediler. Tasarıya ret ve kabul oyu verenlerin sayısı birbirine yakındı. 63 mebus bedelliyi uygun görüyor, 51’i reddediyordu.  Halk Zümresi’ne mensup bazı mebuslar, sonuca kızıp Meclis genel kurulunu terk ettiler. Sonra görüşmelerin devam etmesini engellemek için içeriye girip sıra kapaklarını vurmaya ve gürültü yapmaya başladılar.

Bu o zamanlar çok nazik bir konu idi ve görüşülmesi bir türlü tamamlanamıyordu. Temmuz 1921 ortalarında yasa tasarısı hâlâ Meclis’te görüşülüyordu.

.

Bedelli askerliği savunanlara kızabilirsiniz. Fakat bir de onların gerekçesine bakalım: Meclis kürsüsünden diyorlardı ki:

Ne yaparsak yapalım ağa ve eşraf çocuklarına askerlik yaptırmak mümkün değildir. Bunlar askere alınsalar bile bir yolunu bulup cepheden tüyerler. Rapor alırlar, işlerinin başına dönerler. İyisi mi biz bunlardan bedel alalım. Bununla silah ve teçhizat ihtiyacımızı giderelim, yoksa bunlardan da mahrum kalırız.

Bu hiç de yabana atılacak bir görüş değildi.

 

Bedelli askerlik Cumhuriyet döneminde de devam etti. O dönemden kalma yoksullar ve orta halliler askerlik anılarını anlatırken, askerliğini bedel vererek savuşturmuş olanlar utangaç bir şekilde susup otururlar.

Günümüzde de bazı hatırlıların çocukları askerlik anısı olarak orduevlerinde geçen günlerini anlatırlar. Dağdan bayırdan cenazesi gelen erler hep köylü ve işçi çocuklarıdır. Onlar Kuvayı Milliye Destanı’nda anlatıldığı üzere askerlikten önce Kartal’da bahçıvan olan, askerden döndükten sonra da bahçıvanlığa devam edecek olanlardır.

 

Eşitsizlik gün gibi ortada. Bari bu eşitsizliği bir kanuna bağlayalım da birbirimize yalan söylemekten kurtulalım, olsun bitsin…  

(3 Aralık 2014) 

  • Wix Facebook page
  • Wix Twitter page
  • Wix Google+ page
bottom of page