top of page

Bahar ve Kara Salı







Anadolu’nun bazı yörelerinde, Salı günü çamaşır yıkanmaz, ciddi bir işe başlanmaz…

Bu sözün kaynağına rastlayınca, İstanbul’un bahar coşkusunu, ortancalarını, erguvanlarını, yerden fışkıran hayatı, sanatçılarını, şairlerini ve özel geçmişini anımsadım.

“29 Mayıs 1453 Salı, güzel bir bahar sabahı Türkler İstanbul’a girdi...”

Kullandığımız sözlerin nereden geldiğini, yaşadığımız kentlerin geçmişini düşünmez, araştırmayız çoğunlukla. Hatta bunu neden yaptı diye kızarız büyüklerimize ukalaca…

Günümüzde küresel gündem, düşüncelerimizin önüne geçer. Uçarı duygularımız, daldan dala konar; uzaklar yakınlaşır, yakınlar uzaklaşır, yelkovan hızla döner…

20 Ocak 2009, Salı, Barack Obama’nın ant içme töreni...

“Eyvah, başka gün mü kalmadı?” diyecekken, yemin yanlış okundu gerekçesiyle, tören Çarşamba gününe ertelendi. “Şükür, fark edildi,” dedim ekran başında. Başpapaz ne kurnaz adam, yutar mı zokayı? Salı gününün ne anlama geldiğini bilmez mi? “Salı uğursuzdur, ülkemizin başına bir iş gelir, Fatih Sultan Mehmed, mezarından kalkıp gelir,” diye kurmuştur kafasında kesin. Yeminin hatalı yapıldığını, dünyaya yutturduğunu düşünen Papaz, beni beş yüz yıl önceye, bir ilkbahar sabahına götürüp günümüze getirdi. Papaz, Obama’nın kulağına: “Ah, Başkanım, sen bilmezsin, takvimler, 29 Mayıs 1453’ü gösterdiği Salı günü, gökyüzünde martılar, denizlerde balıklar, ağaç dallarında kuşlar, olup bitenden habersiz, dünyanın kalbi İstanbul zevk ü safa içinde iken, St.Peter Ortodoks Kilise’sinde ayin yapılmaktaydı. İşte o sırada çağları değiştiren, yürekleri durduran bir olay gerçekleşti!” Obama’nın gözleri açılır. “Ya, o büyük felaket, Türkler İstanbul’u ele geçirdi!” Haber kiliseye geldiğinde, Papaz Efendimiz, son duaya izin vermez, o günü “Kara Salı” olarak ilan eder...”

Beş yüz yıl önce İstanbul…

Ben de Kara Salı masalını, Obama gibi, daha yenilerde öğrendiğimde; komşumuzun üzüntüsüne hak verdim de, Türklere ne oluyor, diye şaşırdım. Oysa, bahar’ı yaza bağlayan, son Salı’nın bayram günü olması şaşırtmazdı kimseyi. Kafama takılan soru, Obama’ya direterek, aleyhimize bir özür dileme kampanyasını başlatır mı, Başpapaz?...

Osmanlı İmparatorluğu, Rumların yaşamına dokunmaz. Bu birliktelikte, büyük annemiz Horofira’nın çabası var mıdır, bilinmez. İstanbul’un alınışına üzülenlerin “Hepimiz Rumuz” diye dövünmesinde de sakınca yoktur bence!... Araplar tüm Anadolu insanını “Rum-i” diye çağırıyor; Mevlana Celaleddin-i Rum-i gibi...Anadolu’nun büyük bölümü Roma İmparatorluğunun parçasıydı geçmişte. Gerçek olan, Yunanlılar da, Türkler de Rum, yani Romalı değil. Yunan(Grek) ve Türk(Osmanlı) halklarıdır. İstanbul alınınca Romalılar da gitmiştir memleketlerine zahir.

İşte bu Kara Salı masalını, bir Amerikan okulunun tarih dersi kitabından öğrenince, Anadolu’ya yayılan bu sözün gizi üzerimden kalkmış oldu. Kitabın ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ bölümü Salı anekdotuyla başlıyordu. Tarihimizin yabancı öğrencilere doğru tanıtılmasının, Atatürk için ‘inanılmaz kumandan’ sıfatı verilmesinin onurunu da yaşadım.

Ünlü Longman Yayınevi’nde basılan ders kitabında yazılanlar bildik şeylerdi elbette. Ama günümüz Türkiye’sinde bunlara dudak bükülerek, “Vatan Millet Sakarya Edebiyatı,” denmesi can sıkıyor. “Allah fakirin eşeğini kaybettirir, sonra buldurup sevindirirmiş,” sözü, bize uğursuz Salı’dan daha yakın bir söz galiba…

Başa dönersek, işte 29 Mayıs 1453, bir ilkbahar sabahında Fatih Sultan Mehmed ile Avrupa’da yeşeren Türkler ve kurdukları koca imparatorluk. Yıllar süren yükselişin ardından parçalanıp, küçülüp, neredeyse yok olurken, bir sonbahar sabahında, inanılmaz şekilde yeniden var olur. 29 Ekim 1923’te, Anadolu’nun bağrına doğan Türkiye Cumhuriyeti… Benzetmek ne kadar doğru bilemem ama tıpkı Futbol maçlarındaki son dakika golü gibi…

Dışarıdaki inanılmaz insan Atatürk imajı ile, Türkiye’deki inanılmaz Atatürk düşmanlığını karşılaştırmakta oldukça güçlük çektim doğrusu. Biraz konunun dışına, biraz içine dalarak baharın bize kimi kez uğur, kimi kez de üzünçler taşıdığını savladım. Dünya gündemi aklımızı almışken Almanya’nın Neuss kentinde düzenlenen 10 Kasım’dan bir gün önce, Türk bayrakları ve Atatürk posterleriyle yabancı bir mekanda karşılaştığımda, neredeyim, diye biraz ürperdim açıkçası. Standı hazırlayan tarih dersi veren Alman öğretmenlere, Türkiye’de bunlar yapılmıyor artık, dememek için zorlandım...

Duesseldorf Konsolosu, Hürriyet muhabiri de davetliler arasındaydı. Düzenlemeye katılan on dört ülke arasında Türk mutfağı da bütün konuklardan beğeni topladı. Bir anda yemekler tükendi. ‘23 Nisan Çocuk Bayramlarını’ anımsattı bana burası. İnternational School’da okuyan Türk asıllı öğrencilerin velileriyle tanıştık konuştuk. Herkesin yüzünde hüzünlü bir sonbahar havasını sezinledim. Yarın Atatürk’ün ölüm yıldönümü diyen, Türkiye’de doğup büyümüş velilerin çoğu yabancıyla evliydi. Yine de Türkiye için yürekleri çarpıyordu. İrlandalı, Şilili, Kuveytli, İsrailli, Ürdünlü, İngiliz, Fransız, Hollandalı yanında annesi babası ayrı milliyetten olan çocuklar…Çok kültürlü, çok dilli konferanslarda (dillerden biri Türkçe) sonbahar uğurlanıyordu...Bahar denince, 1 Mayıs, 6 Mayıs gelir aklıma ilk anda, 12 Eylül, yaşamı elinden alınan rüştünü ispat edemeden yok edilen çocuk kahramanlar gelir aklıma... 6 Mayıs 1972’ de ‘Üç Fidan’ın darağacına yollanışı içimi sızlatır. Söylenecek söz bulamam, sözcükler yetersiz kalır… Umarım, önümüzdeki baharlar, ülkemize, insanlarımıza yeni ufuklar açar, uğur getirir.

Etikete göre ara
Henüz etiket yok.
ÖNE ÇIKANLAR
son postalar
Arşiv
bottom of page