Yazın ve Tiyatro
“Tiyatro” sözcüğünün bana göre en iyi tanımını Sayın Muhsin Ertuğrul yapmıştır.
“Tiyatro; insanı insana, insanla ve insanca anlatan bir sanat dalıdır.” diyor Sayın Ertuğrul.
Ancak bu yaklaşıma bir küçük ekleme yapmak gerekir diye düşünüyorum :
“Tiyatro; insanı insana, yazılı bir metinden yola çıkarak, insanla ve insanca anlatan bir sanat dalıdır.”
Neden böyle bir eklemeye gereksinim duydum?
Çünkü tiyatro sanatının temeli/önkoşulu yazılı metindir.
Bunu söylemekle tiyatroda; oyuncu,yönetmen, sahne, dekor, giysi, ışık ve izleyicinin yerini ve önemini yadsımış değilim... Biliyorum ki bunlar olmadan tiyatro eylemi gerçekleşmiş sayılmaz.
Ancak, tiyatronun temeli olan yazılı metin, geleceğe kalmayı başaran tek kalıcı unsur olduğundan ötürü daha da önem kazanmaktadır.
Aristophanes, Aiskhylos, Sophokles,Euripides, Shakespeare, Moliere ve benzeri yazarların, bazı oyunlarının günümüze ulaşması, yaşamlarını sürdürerek hala sahneleniyor olması, yaklaşımımızı doğrulayan en önemli örneklerdir.
Günümüz teknolojisinin getirdiği ve ilerde getireceği kazanımlarla, oyunların uygulamalarının video vb. çekimlerinin yapılması ya da yapılacak olması da bu gerçeği değiştirmez. Belki bu tür çekimler - oyunculuk, sahne, dekor, ışık ve benzeri açılardan- bir fikir verebilir izleyenlere... Ama asla tiyatro tadı vermez... Daha açık bir deyişle tiyatro sıcaklığının, böyle bir yöntemle sağlanması mümkün değildir.
Çünkü tiyatro; birebir, etli kanlı, izleyiciyle yüzyüze yapılan bir eylemdir.
* * *
Bundan iki yıl kadar önce iki Türk oyun yazarının Moskova’daki ünlü Mali Tiyatrosu ‘nda bir Rus oyununun galasında yaşadıkları şu düşündürücü olayı anlatmakta yarar var.
Oyun bitiyor, izleyiciler büyük bir coşkuyla oyuncuları alkışlıyorlar... Alkışlanmakta olan oyuncular birden locada oturmakta olan iki yazarımıza dönerek onları alkışlamaya başlıyorlar..
Sonrasında ise izleyiciler de aynı şekilde yazarlarımıza yönelik bu alkışlara katılıyorlar...
Kokteyl sırasında şaşkınlıklarını açıklayan yazarlarımıza, oyunun rejisörünün yaptığı açıklama oldukça ilginç :
“Sizi yazar olduğunuz için alkışladık... Çünkü tiyatronun esası, yazarların ortaya çıkarttıkları yazılı metinlerdir. Oyuncular da , diğer unsurlar da asla kalıcı değildir tiyatroda. Ölümleriyle birlikte her şey yok olup gider... Ama oyuncuların ve rejisörlerin de kalıcı olduğu bir alan var Allah’tan… Sinema… Ama tiyatro için yazılı metinler öyle mi? Değerliyse kalırlar... Bu nedenle asıl alkışı hak edenler sizlersiniz....”
Kuşkusuz yazmadıkları bir oyunun galasında bu tür bir övgü/yaklaşım, Rus rejisörün bizim iki yazarımız için yaptığı güzel bir konukseverlik örneği... Hoş bir davranış... Ama gene de, geneldeki bir doğruyu içinde taşıması bağlamında, özellikle yazın ve tiyatro ilişkisinin önemi ve gerekliliği konusunda, üzerinde düşünülmesi gereken bir durum. * * *
Bizde bilinen ilk yazılı tiyatro metni Şinasi’nin yazdığı Şair Evlenmesi’dir (l859).
Daha sonra Ali Haydar, Ali Bey, Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Ahmet Mithat, Hoca Hakkı, Ahmet Vefik Paşa, Sami Paşazade Sezai, Ziya Paşa, Abdülhak Hamit ve diğer adlar duyulmaya başlandı..
Meşrutiyet’ten sonra ise oyun yazarlığımızda önemli gelişmeler oldu. Halit Fahri, Halit Ziya, Hüseyin Suat, İbnülrefik Ahmet Nuri, Cenap Şahabettin, Reşat Nuri(Güntekin) ve bazı yazarlar oyun ve uyarlamalarıyla tiyatromuza katkı sağlamaya başladılar.
* * *
Oyun yazarlığımızın asıl gelişimi Cumhuriyet’ten sonra gerçekleşmiştir. Vedat Nedim(Tör), Musahipzade Celal, Cevdet Kudret, Nazım Hikmet, Hüseyin Rahmi(Gürpınar), Reşat Nuri(Güntekin), Necip Fazıl(Kısakürek) gibi yazarlar ilk yıllarda öne çıkmayı başarmışlardır...
* * *
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise oyunlar da yazan edebiyatçılarımız arasında Rıfat Ilgaz, Melih Cevdet Anday, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Haldun Taner, Sabahattin Kudret Aksal, Necati Cumalı, Nezihe Meriç, Çetin Altan, Adalet Ağaoğlu adları öne çıkmayı başarmışlardır.
Ancak diğer alanlarda ürün vermeden, doğrudan tiyatro yazarı olarak oyunlar üreten Orhan Asena, Recep Bilginer, Cahit Atay, Refik Erduran, Güngör Dilmen, Turgut Özakman, Turan Oflazoğlu, Oktay Arayıcı, Güner Sümer, Vasıf Öngören, Bilgesu Erenus ve bu satırların yazarı Tuncer Cücenoğlu’na kadar, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda addan da söz etmek gerekir.
* * *
Yazın ve tiyatro ilişkisinin önemini vurgulamaya çalışırken ulusal bir tiyatrodan söz edebilmemiz için hiç olmazsa bugünden başlayarak yazarlarımızın önünü açmak, yeni oyun yazarlarının ortaya çıkmasını sağlamak hepimizin asal görevi olmalıdır...
Bunun yolları daha bilimsel yaklaşımlarla , yaygın ve ciddi tartışmalarla bulunmak zorundadır...
Çünkü, ulusaldan evrensele uzanan çizgide, gelişmişliğin temel önkoşullarından biri de budur...