top of page

EŞKIYA DELİ KEMAL





“Bazı insanlar başkaldırmaya mecburdur”, diyor Kemal Sadık GÖKÇELİ (Abidin DİNO’nun verdiği adla Yaşar KEMAL). Sadece bu tümce bile yeter onu anlatmaya. Öyle bir yaşam ki onunki, direnmenin tarihi kadar kadim.

I. Dünya Savaşının Anadolu’ya karabasan gibi çöktüğü yıllarda, Van’dan göç eden onlarca aileden biri GÖKÇELİ ailesi. İşgalin gölgesiyle solan yurdu geride koyup bir umut yola koyulanlardan. Doğu Anadolu’dan Çukurova’ya bir buçuk yıl yol giden aile, Kilikya’da çözünce kervanın yükünü, Van Gölünün derinlerine gizlenir yurt özlemi. Artık efsaneler yaşatacaktır sevdasını Esrük dağının, Ernis’in. Gel gör ki “büyük aşklar ve büyük şehirler çığlık çığlığa terk edilir”. Kolay hazmedemez büyük ana bu göçü. O kadar güzel anlatıyor ki Yaşar Kemal bu sızıyı: “Babam sırtında taşımış nenemi göç boyu. Nenem habire kaçmış babamın elinden. Ya bir çalılığın dibi, ya bir ağaç kovuğu… Babam nereye gittiğini sorunca da öfkeyle vermiş karşılığını. Cehennemin dibine gidiyorum. Nereye gideceğim, elbette köyüme, gâvurların içine gidiyorum. Onlar da insan, beni yiyecek değiller ya, siz kaçın, bakalım nereye kadar kaçacaksınız?”

Direncin geçidinde kavlanan bir yaşam diyeceğim ya laf olsun diye değil. Dünyaya gelmeden bellidir aslında yazgısı. Babadan oğula altın bir kemer gibi taşınan o cevher: Doğruluk. Onlar ki yurt olsun diye kendilerine verilen toprağı(Çukurova’ya varınca), Ermenilerden gaspedilmiş diye almayıp fukaralığı yakıştırmışlar göynüklerine(*). “Anam dedi ki, yuvasından atılmış kuşun yuvası başka kuşa hayretmez. Biz beyliği bile kabul etmeyen Hacı Süleyman’ın torunlarıyız. Bizim evimize haram girmemiştir.” Doğruya iman, metaneti getirir. Babasının öldürülüşü bile(Evlat bilip sokaktan kurtardığı Yusuf tarafından) sarsmaz büyük ozanın imanını. Redd-i miras soysuzluktur ve o, mecburdur soyunu yaşatmaya. Tek tümceyle özetlemek gerekirse onu da kendisi söyleyecektir zaten: “Mecburlar, insanın içindeki başkaldırının eylemcileridir.”

Çocukluğu Çukurova’da geçer Yaşar Kemal’in. Kuşlarla böceklerle arkadaşlık eder ilk. İlk kez görür gibi kucaklar doğayı her nefes. İsmail’e değmeyen bıçak, bir gözünü alsa da(halasının kocası bir koyunu kesmiş karnını yarıyorken deriden kayan bıçak sağ gözüne saplanır) göz göz açılır ruhu yaşama. Onuru, cesareti ve doğruluğu katar yunduğu suya. Çiçek çiçek yayılır Anadolu’ya. Bundan ki bal kokar dili.

Abdale Zeyniki’nin diz çöküp destanlar söylediği, Dengbej Musa’nın ocağıdır onun evi. Bir de annesi vardır üstelik: “Anamın çok güçlü bir belleği vardı. Belki Kürtçeyi bir destancıdan daha güzel konuşurdu. O bir masal, bir destan, bir olay anlatırken herkesi lâl ü ebkem ağzına baktırırdı.” Adını andığım ozanlar ne denli mâhir olsa da köylünün Deli Kemal’i hepsinden yaman çıkar. Yeri gelmişken “Deli” yakıştırmasını da açayım. “Anadolu’da “Deli” yalnız deli anlamına değildir. Yiğit, cömert, iyi anlamınadır da.” diye doğrudan kendisi vurguluyor büyük ozan.

Meskeni Anadolu’nun dağı taşıdır. Köroğlu’nu alır bir yanına, bir yanına Karac’oğlan’ı. Dadaloğlu derler ya bu dil onun dili. Betimlemedeki ustalığının nerden geldiği bellidir aslında. Tüm duyularıyla yaşama tutunmuş bir çocuktur satır aralarından bize gülümseyen. “Birkaç yaz da, kasabadaki akrabamın bostanında karpuz kavun bekçiliği yaptım. Karpuz kabuklarını güneşe koyuyor, eşek arılarını bekliyordum. Eşek arıları, sarıca arılar, bal arıları, öteki arılar kabuklara doluşuyorlardı. Kabukların arasına oturuyor, onlara, üst üste çokuşmuş arılara gözümü dikiyor, gözümü onlardan ayırmadan seyrediyordum. Bir şeye gözümü dikip günlerce durmadan seyretmek benim çocukluk huylarımın başlıcalarındandı… Sanki dünyayı, hiçbir şey yapmadan seyretmeğe gelmiştim.” diyor ya haşarı bir çoşkuyla, sanki dünya, o anlatsın diye yaratılmış diyorum ben de. Ve ben, onu okumak için doğmuşum sanki; Aytmatov’a yoldaş edip tüm kitaplarını.

İlk gençlik yıllarında arzuhalcilik yaparak geçinen bilge ozan, mapusla da bu dönemde tanışır. Güçsüz ve haklı olanı seçmiştir çünkü yanında yürümek için. Yıllarca çalıştığı Cumhuriyet gazetesinin sahibi Nadir Bey’in onu “EŞKIYA” diye çağırması, boşa değildir. Yazının başında da alıntıladığım gibi, “bazı insanlar başkaldırmaya mecburdur”. Uğruna mapusluk ettiği bu halk; katile, hırsıza, ırz düşmanına reva görmediğini ona reva görse de(sırf komünist diye başka bir mahkum tarafından bıçaklanmıştır), onun yolu bellidir artık. Anasının balmumundan yapıp diktiği torbaya neyi var neyi yok doldurup düşer Ankara yollarına. Yeldeğirmenleri görünmüştür bir kez gözüne. Çok sevdiği Don Kişot’la kesişiverir yazgısı.

Ankara’da Abidin ve Güzin Dino’nun evinde konaklar bir süre. Sonra onların salık vermesiyle İstanbul’a geçer. Cumhuriyet gazetesine gidecek ve Nadir Nadi’yle görüşecektir. Görüşmeyi bizzat Abidin Dino ayarlar. Ne var ki Nadir Nadi’yle görüşmek için gittiği her sefer, kapıdaki görevlinin, Nadir Bey’in olmadığını özetleyen tümceleriyle karşılanır. Otele ayırdığı parayı da tüketince, Gülhane Parkında yatıp kalkmaya başlar. Çukurova’nın göğüne İstanbul’un göğü eklenir böylece, yıldız çatılı ömründe. Karnını doyurmak için balık tutmak gibi kendince bir yol bulur ve işe de yarar bu edim. Artık umudu kesmek üzereyken gazeteye telefon etmeyi akıl eder ve gerçek gün yüzüne çıkıverir. Kapıdaki görevli Tahsin Amca, pejmürde görünüşüne bakıp geri çevirmiştir onu her seferinde. Derken Nadir Nadi ve Cevat Fehmi’yle tanışma ve gazetecilik yılları başlar. Anadolu’yu gezip röportaj yazıları hazırlar uzun yıllar. Cumhuriyet gazetesinden kovuluncaya kadar sürdürdüğü bu işte çok başarılı olur. Şaşılacak bir şey değildir esasında. Anlatmak için yaşamak gerekir. Yaşamak içinse aşkla solumak. Daha güzel kim anlatabilir ki bu diyarı baştan başa?

Thilda’yla evlendiği ve bir oğul sahibi olduğu yıllardır aynı zamanda bu dönem. Küçük bir çini sobadan başka bir şeyin olmadığı, karısının aşağıdaki katın bacasının geçtiği duvara sırtını dayayıp kitap okuduğu, soğuk bir odada başlar yazmaya Yaşar Kemal. Ve İnce Memed’i orada tamamlar. Sonra diğer romanlar ve öyküler… Tüm serveti umut ve doğruluk olan büyük bir eylem adamıdır artık o. Anne-babasından aldığını, acıyla varsıl, halkına aktarır. Zulüm ejderha olsa da aydınlığa olan inancı dillendirir her satırda, isyanı ve aşkı… İnsanlığın en aydınlık yanlarından biri dediği Dostoyevski ile anılacaktır gayrı, su götürmez bir ustalıkla.

Dünya edebiyatının en görkemlilerinden İnce Memed’i anlatırken. “Memed, ilk kitabın başında gençtir, son kitap biterken çocuk.” diyor Yaşar Kemal. Çıkış noktası bu oldu benim için. Amacım tereciye tere satmak değildi. Yazarlığı ve edebiyat dünyasındaki yeri hakkında Fethi Naci’yi tekrar etmekten öteye geçemezdim zaten. Ben Kemal Sadık Gökçeli’yi anlattım kısaca. Şimdi “Yaşar Kemal”le bitiriyorum. İyi ki varsın Deli Kemal. İyi ki zulme edecek bir çift söz var: “Aydınlığın, sevincin türküsünü söylemeyi sürdürmek gerek. İnsanın mayasında bu aydınlık, bu bitmez tükenmez yaratma, bu, güneşin her doğuşunda mutlulukla uyanma varken, insanlığımızdan korkmamalıyız.”

iki bin dokuzuncu ekim/ bursa

Etikete göre ara
Henüz etiket yok.
ÖNE ÇIKANLAR
son postalar
Arşiv
bottom of page