ÖYKÜ TÜRLERİ
“Yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları yer, zaman, kişi unsurlarına dayanarak fazla ayrıntıya girmeden anlatan edebi türdür.” diye öğretmişlerdi okul yıllarımızda öyküyü. Biz de öğrencilerimize bu minval üzre tanıttık öyküleri. Çünkü öykülerin kaynağını oluşturan destanlarda, masallarda ve halk öykülerinde hep bir ana olay, o olayın içindeki insanlarla belli bir mekan ve zaman vardı.
İşte ilk öykülerde görülen bu ana olay düşüncesi, zamanla yerini yaşamın içindeki anlık kesitlere bıraktı. Artık öykülerde illa da bir olayın anlatılması gerekmiyordu, yani küçücük bir yaşanmışlık, bir durum, bir duygu da öykü biçiminde anlatılabiliyordu. Bunun sonucu olarak yeni öyküler yazılıyor ve öykü türlerinde ilk çeşitlilik de böylece başlamış oluyordu.
OLAY ÖYKÜSÜ
“Hatice hanım, pek genç dul kalmış bir hanımcağızdı. On üç yaşında iken altmış altı yaşında bir kocaya vardığı için izdivaç denen şeyden nefret etmişti. İşte hemen hemen on sene vardı ki erkeğin hayali zihnine romatizma, balgam, pamuk, vantuz, tentürdiyot yığınlarından yapılmış, pis, abus, lanet bir heyula şeklinde gelirdi.
- Gençler başkadır! diyenlere:
- Aman, aman... Onlar da bir gün olup ihtiyarlamazlar mı? Sonra dertlerini kim çeker? diye haykırırdı.
Başlıca merakı temizlikle namusluluktu. Göztepe'deki köşkünü hizmetçi Eleni ile, evlatlığı Gülter'le her sabah beraber temizler, aşçısı Mehmet'i her gün tıraş ettirir, zavallı Bolulu oğlanı tepeden tırnağa kadar beyazlar giymeye mecbur ederdi. Eleni de Gülter de son derece namusluydular. Kileri kitlemezdi, paraları meydanda dururdu. Hele Mehmet'in namusuna diyecek yoktu. Konuşurken gözlerini kaldırıp insanın yüzüne bile bakmazdı. Hatice hanım, köşkten hiçbir yere çıkmadığı için işi gücü adamlarını teftişti. Habire odaları dolaşır, tavan arasına çıkar, mutfağa inerdi…” (Yüksek Ökçeler-Ömer Seyfettin)
Bir olay üzerine temellendirilen bu öykü türünde yazar okuyucuyu “çarpıcı” bir olayla öyküye bağlamaya çalışır. Olaylar serim, düğüm, çözüm planına uygun olarak gelişir.
Olay öyküsünün dünya edebiyatındaki öncüsü Fransız sanatçı Maupassant’tır.
1850-1893 yılları arasında yaşayan ünlü Fransız öykü ve roman yazarı Maupassant’ın yapıtlarında biçem, gözlem, içerik ve derinliğin büyük bir uyum ve doğallıkla yer aldığı görülür. Bu nedenle de dünya edebiyatında bu öykü anlayışına “Maupassant tarzı öykücülük” adı verilir.
Olay öyküsünün Türk Edebiyatındaki en önemli ve ilk temsilcisi Ömer Seyfettin’dir. Onun çocukluk anılarımızda iz bırakan, zevkle okuduğumuz öykülerindeki olay ve kahramanlardır belki de bu öyküleri unutulmaz yapan. Ayrıca; Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu tarz öykücülüğün ilk ve önemli isimleridir.
DURUM ÖYKÜSÜ
"Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!... Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları." (Hişt Hişt Öyküsü-Sait Faik Abasıyanık)
Bu tür öyküde yazar, ya yaşamdan okuyucuya bir kesit sunar ya da bir anlık bir durumu belli bir ortam içinde aktarır. Kesit öyküsünde, durum öyküsünde gördüğümüz olay ve gerilimin yerini belli bir ortamdan kaynaklanan izlenimler, çağrışımlar alır.
Konular günlük yaşamın içinden gelişi güzel çıkarılır. Bazen bir kelebeğin uçuşu, bazen oltanın ucunda sallanan bir balığın kocaman gözleriyle bakışı bu öykülerin konusu olabilir. Sıradan insanlar kendi ortamı içinde, değişik açılardan yansıtılır. Bu tür öykülerde serim, düğüm, çözüm gibi bölümlere rastlanmaz.
Durum, bir başka deyişle kesit öyküsünün dünya edebiyatındaki öncüsü, ünlü Rus sanatçı A. Çehov’dur. 1860-1904 yılları arasında yaşayan Anton Pavloviç Çehov, Rus tiyatro yazarı ve modern kısa öykülerin yani durum öykücülüğünün kurucularındandır.
Aynı zamanda bir doktor olan Çehov tıp öğrenimi sırasında ailesinin geçimine katkıda bulunmak için çeşitli dergilerde yazılar yazarak başlar öykücülüğe. Doktorluk çok vaktini alıp da yazmasına engel olmaya başlayınca bu işten vazgeçip yazarlığa yönelir ama yazarlığında hekimliğinin izleri hep görülür. Pek çok kimse onun Çarlık Rusya’sını anlatışını, bir doktorun hastalığı teşhis edişine benzetir.
Türk Edebiyatında ise Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal gibi yazarlar bu türün başarılı örneklerini vermişlerdir.
Günümüzde olay öyküsünün sınırları iyice daralmış, durum yani kesit öyküsü ağırlık kazanmıştır. Durum öyküsü olaysız ve gerilimsizdir. Bu tür öykülerde şiirsellik ön plana çıkar. Anılar, çağrışımlar ve izlenimler bu şiirsellik içinde simgelerle anlatılır, zaman zaman da gerçeküstülüğün kapısı zorlanır. (Dülger Balığının Ölümü- Sait Faik Abasıyanık)
MODERN ÖYKÜ
“Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Zırh gibi sertleşmiş sırtının üstünde yatmaktaydı ve başını biraz kaldırdığında bir kubbe gibi şişmiş, kahverengi, sertleşen kısımların oluşturduğu yay biçimi çizgilerle parsellere ayrılmış karnını görüyordu; karnının tepesindeki yorgan neredeyse tümüyle yere kaymak üzereydi ve tutunabileceği hiçbir nokta kalmamış gibiydi. Gövdesinin çapıyla karşılaştırıldığında acınası incelikteki çok sayıda bacak, gözlerinin önünde çaresizlik içersinde, parıltılar saçarak sallanıp durmaktaydı.” (Franz Kafka-Dönüşüm)
Her öyküyü “olay” ya da “kesit” öyküsü diye nitelemek her zaman özellikle günümüzde doğru değildir; çünkü kimi öykülerde iki türün nitelikleri bir arada bulunurken kimi öykülerde çok farklı anlatımlarla karşılaşmak olası.
Her şeyin hızla değiştiği günümüzde öykülerde de bu değişimi görmek mümkün. Yazarın, insanların her gün gördükleri fakat düşünmedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri hayal ve birtakım olağanüstülüklerle anlattığı öyküler artık Modern öykü diye adlandırılıyor.
Öyküde yeni bir tür olarak 1920’li yıllarda ilk defa Batıda görülen bu anlayışın en önemli temsilcisi Franz Kafka’dır. Modern dünya edebiyatının ikonik ve özgün yazarlarından biri olan Kafka 1883-1924 yılları arasında yaşamıştır.
Kafka eserlerinde basitçe günlük yaşamdaki bir olaya şekil vermez; daha çok kendi kurallarıyla kendi dünyasını yaratır. Kafka’nın olağandışı olayları tanımlayıp, anlaşılır bir şekilde tarif edip, bu olayları doğal bir oluşum gibi yansıtan da bu tarzıdır. Bu duruma özellikle de Kafka’nın hikâyelerinde rastlanır.
Bu türün bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner ise hikayelerinde genellikle büyük şehirlerimizdeki yozlaşmış tipleri sosyal ve toplumsal bozuklukları felsefi bir yaklaşımla irdeler. Yazar sade anlatımına ince bir yergi ve yer yer alay katarak olay ve kişilerin gerçek yönlerini göz önüne serer.
Nurten Bengi Aksoy