top of page

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÖYKÜ



ÖYKÜ TÜRÜ ve TÜRK EDEBİYATINDA ÖYKÜNÜN GELİŞİMİ


Destanlardan Hikayeye


İnsanoğlu konuşmaya başladığı dönemden bugüne hep kendini anlatmanın, yaşadıklarını paylaşmanın yollarını aramış. Bazen anlık sevinç ve mutluluklarını paylaşırken, çoğu zaman da yaşamında iz bırakan bireysel ve toplumsal olayları dile getirmiş.


Bu anlatılar zaman içinde toplumların yaşamlarında büyük yankılar uyandırmış tarihî, toplumsal veya doğal olayların anlatıldığı, hayal unsurlarıyla süslenmiş uzun manzum eserlere dönüşmüş ve böylece belki de bir anlamda hikayelerin atası olan ilk sözlü ürünler yani DESTANLAR ortaya çıkmış.


Halkın benliğinde iz bırakan destanlar ve bunda rol oynayan kahramanlar ağızdan ağıza aktarılarak nesiller boyu sürmüş ve daha sonra yazıya geçirilerek tarih ve edebiyat sayfalarında yerini almış.

İslamiyet’in kabulünden sonra edebiyatımızda destanlar yaşamaya devam ederken bir yandan da halk hikayeleri girmiş devreye. Kimi araştırmacılar halk hikayesi kavramının göçebe hayattan yerleşik yaşama geçiş sürecinde ortaya çıktığını ileri sürerler.


XVI. Yüzyıldan günümüze gelene kadar toplumun çeşitli kesimlerinin ilgisini çeken halk hikayelerinin konusu sevgi ve kahramanlıktır. Kahramanların toplum vicdanında derin izler bıraktığı dönemlerde örneğin, Genç Osman’ın hikayesi hamasi şiirlerle süslenerek anlatılmış; ya da aşkların günümüzdeki gibi göz önünde yaşanmadığı dönemlerde, gizli aşkların acıları, sevinçleri hüzünleri halk öykülerine konu olmuş. Bazen Aslı’nın aşkından yanıp kül olan Kerem, bazen Şirin’in aşkıyla dağları delen Ferhat ve aşkları anlatılmış bu hikayelerde.


Hikayeden Öyküye


Modern edebiyatta öyküyü, gerçek ya da gerçeğe yakın bir olayı aktaran kısa anlatılar şeklinde tanımlayabiliriz. Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması ve az sayıda karaktere yer vermesiyle roman ve diğer anlatı türlerinden ayrılır öyküler.


Eski Yunan’daki fablları, kısa romansları ve Bin Bir Gece Masallarını öykünün habercileri sayabiliriz. Ama öykü ancak 19. yüzyılda romantizm ve gerçekçilik akımlarının etkisiyle psikolojik ve metafizik sorunları masalsı bir anlatımla yansıtmaya başlamıştır.


Rusya’da Gogol, Dostoyevski, Turgenyev ve Çehov’un öyküleri, öykü türünün edebi eserler arasında sağlam bir yere oturmasına büyük katkı sağlamıştır. Bilinen ilk öykü örneği ise İtalyan yazar Giovanni Boccaccio'nun Decameron adlı eseridir.



Türk Edebiyatında Öykü


Tanzimat döneminde Batı Edebiyatının etkisi altında gelişen Türk Edebiyatının, Batı’dan örnek aldığı yeni türlerin başında gelen roman ve öykünün temelde birleştiği nokta, pozitif bilimlerin ve akılcı felsefenin oluşturduğu dünya görüşüne dayanmalarıdır. Her ikisi de somut gerçekliği bireyin bakış açısından yansıtır.


Türk edebiyatında bu yeni anlayıştaki öyküye geçişte, 18. yüzyıl sonunda yazılan Muhayyelat-ı Aziz Efendi kitabı ilk adım olarak gösterilir. Ahmet Midhat Efendi’nin aynı yıllarda başladığı hikâye dizisi Lelâif-i Rivâyât da bu geçiş döneminin ilk örneği sayılır.


Sami Paşazade Sezâî, Nâbizâde Nâzım ve Halit Ziya Uşaklıgil’le Türk edebiyatında Batılı hikâyeciliğin ilk evresi başlar. Türk edebiyatında, öykücülüğü meslek edinmiş ve öykü türünü romanın gölgesinden çıkararak bağımsızlaştıran yazarımız ise Ömer Seyfettin’dir. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, yalın dili ve Batılı öykü tekniğini kullanarak tamamen yerel ve özgün öyküler yazan Refik Halit Karay da Ömer Seyfettin ile modern Türk öykücülüğünün kurucularındandır.


Çağdaş Türk öyküsünün öncüsü Ömer Seyfettin’den sonra, öykücülüğümüzde yeni bir aşamayı gerçekleştiren Memduh Şevket Esendal’dır. Sait Faik Abasıyanık tarz olarak ona yaklaşmakla birlikte, daha coşkulu anlatımı ve duygusal tonu ile ondan ayrılır. Sabahatin Âli, toplumun ve bireyin sorunlarını ele alarak kendisinden sonra gelen toplumcu gerçekçi öykücülere öncülük etmiştir.


1940 sonrası öykücüleri, öykü türünde olgunlaşma dönemini temsil ederler: Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Aziz Nesin, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar…gibi yazarlar, eserleriyle bu dönemin en çok okunan yazarları olurlar.


“Sosyalist ve Toplumcu Gerçekçilik”in en çok konuşulduğu 1970’lerden 12 Eylül dönemine kadar sanat-edebiyat alanında bu yaklaşımı benimseyen öykücüler, özellikle işçileri, emekçileri, yoksulları…gündeme getirip eserlerinde işlerler. Darbeler, grevler, devlet baskısı, öğrenci olayları öykülerde en çok işlenen temalar olurken, bu dönemin öykü dili de sivri ve öfkeli olur.


Siyasal alanda yaşanan ideolojik kamplaşma edebiyatta da görülür. Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Selim İleri, Nedim Gürsel, Hulki Aktunç, Füruzan, Tomris Uyar gibi yazarlar sol anlayış paralelinde öyküler yazarken, Mustafa Kutlu, Sevinç Çokum, Rasim Özdenören gibi yazarlar ise sağ düşünceye bağlı öykülere imza atarlar.


aAncak bu dönemin öykülerini tümüyle siyasetin emrinde bir sanat anlayışı olarak nitelemek yanlıştır. Çünkü öykücülüğümüz bu dönemde büyük sıçrama yapar. Sabahattin Ali, Sait Faik, Memduh Şevket Esendal, Vüs’at O. Bener gibi öncülerin açtığı yollar, yeni öykücüler ve usta yazarların yeni ürünleriyle çeşitlenip zenginleşerek, öykü sanatının nitelikli örnekleri bu dönemde verilir. 1950’lerin güçlü çıkışı ve 1960’ların birikimi, özellikle biçimsel arayış ve yeniliklerle tema çeşitliliği olarak öykü dünyamıza 1970-1980 arasında yansır.


12 Eylül ve sonrasındaki yasakçı anlayış öykücülerin toplumsal konulardan uzaklaşarak, tematik anlamda kimi ortak paydalarda buluşmaları sonucunu doğurur, yazarlar “özeleştiri”, “cinsellik”, “yalnızlık”, “bunalım” ve “yüzleşme” gibi daha bireysel konulara yönelir.

1980-2000 yılları arasında ise öykücülüğümüzde yalnızlık, yüzleşme ve içe dönüş temaları ağırlıklı olarak göze çarpar.

Etikete göre ara
Henüz etiket yok.
ÖNE ÇIKANLAR
son postalar
Arşiv
bottom of page