Edebiyatta Sıfır Estetik
Yeryüzüne sürgün figüranlarız hepimiz aslında. Kızıl bir gezegen var hemen yanı başımızda. Oyun bizim dışımızda ve içinde olduğumuz her şey bir karmaşa ve şaşırtmaca. Edebiyat deyince nedense hep Bertolt Brecht geliyor aklıma. Nasıl sinirlenmiştim bir banka Brecht’in eserlerini yayımlayınca. ( Enis Batur’un YKY’in başında uyguladığı sansürleri ve Brecht’in eserlerini yayımlayarak nasıl onları sistemin bir parçası gibi gösterdiğini biliyoruz). Bu bir yumuşatma bana göre, radikal çıkışları sistemle uyumlama. Sanallığa ve hayatımızı daraltanlara, her türlü bozukluğa, tekel ve lobi edebiyatına, okumasını bilmeyen okura, sistemli yaratılan bunalımlara, küfürlü yazılara ve yargılamalara ve yerel dergileri çökertmek isteyen aristokratlara,ev yazarlarına karşı olmalı sanat. (Birden Damar’ın İnsancıl’la çatışmasını Cengiz Gündoğdu’nun Özgen Seçkin’e açık mektubunu Şiiri Özlüyorum’la İmlasız arasındaki tavır çatışmasını, bir ara lobi sanatçılarının Erzincan’da çıkan La Poete Travaille Dergisi’ne saldırısını ve Akşamlık’a gönderdiğim Lobiyi eleştiren yazımı Ümit Beyazoğlu’nun nasıl sansürlediğini anımsadım) Bunu Kaçak Yayın’da defalarca yazdım: Geçersiz sanat yapanlar, lümpen sanatçılar oldukça ve yapıtlar Pamela Anderson’un memeleri ya da Arnold’un kasları yapaylığında sunuldukça, daha çok yaklaşacağız popüler yanıltmacalarla kurgulanmış sahte dünyaya. Ve özgür sandığımız yaşamlarımızda bize sunulan ahlak ve senaryoları ödül sanıp ve sonra tozu dumana katıp, durmadan kadeh tokuşturacağız sanal dünyamızın ve sanal edebiyatımızın sunucularıyla)…
Edebiyatta tekel ya da lobi
Geçersiz yazarlar korosunun, görüntüde üretenlerin düzeni bozulur gibi olmuştu bir ara. Şatolar sallanmış, beyazların rant ilişkileri ortalığa saçılmıştı. 2 yıl önce ortalığı karıştıran Cezmi Ersöz olmuştu. Ancak söylenmeyen bir şey vardı. Yeni Harman’ın 39.sayısında belirtildiği gibi edebiyat lobisine ilk kurşunu atan Cezmi Ersöz değildi.11-12 yıldır bu lobiye, onların rant ilişkilerine, şiir yıllıklarına ve yazdıklarına İnsancıl Dergisi ve Cengiz Gündoğdu müthiş bir mücadele veriyor. Bu atlandı. İnsancıl Dergisi beyaz yazarların hepsinin geçersiz olduğunu defalarca duyurdu. Ben Simurg Dergisi’nin 14. sayısında(Haziran 2000) Perihan Mağden’in ağdalı akımın ivedi yazılarını yazdığını ve postmodern gözleriyle üstümüze gülümsediğini yazmıştım ve artık elimizde okunacak dize kalmadığını söylemiştim. Bir yazımı da şöyle sonlandırmıştım: ‘Asla...asla uzaklaşmamalı şiir, yazı ve aşk düşlerimizden. Bunu anladım ve anlamalı herkes. Muhteşem bir tınıda ve en radikal tavrımızla çıkılmalı yapaylığın karşısına. Her mevsimde, belki en çok sonbaharda, her kokuda, deniz esintisinde ve buruk şarap tadında. Esin perisinin bize fısıldadığı o çok doğal şarkıyla ve tüm tutkularımızla. Şimdilik her kavşakta geçersiz yazarlar çıksa da karşımıza. Şimdilik nokta...’
Evet; yitikliğin, çirkefliğin ve boşluğun savunucuları bugüne dek aşkı bizim gibi yazamadı ama, parlak geceleri ve barları yazdı, düşkün insanları ve kuşatılmışlığımızı ise atladı. Aşk, yalnızlık ve sevişmeler satıldı. Yapaylığın adı alkışlandı. (Şimdi kaldığımız yerden devam etme zamanı)…
Ayrıntıların uzağındaki edebiyat.( tüm sanat)
Edebiyatta popüler saçmalık, demokrat kaypaklık ve lümpenlik dönemi. Bir belleksizlik ,düşbozanlık ,kimliksizlik edebiyatı bu. Ağlamaklı zamanların, aşkların ve ‘rakı şişesinde balık olma’ özleminin atlandığı, yaşanmayanların ‘Benim Adım Kırmızı’ örneğinin tüm boyutlarıyla ışıldatıldığı ve pasif okura yapaylığın tutkusuzluğun ve kentteki yağmur bulanıklığının bir ‘village’ sendromu ayarında her hafta açıklanan listelerle yutturulduğu kör bir anlamsızlık dönemi. Bir ideolojisizdik ve globalleşme pratiği. Duyguları ve yaşam alanlarını yok etme ve duygusuzluğu ve buz zamanları ve buz insanları oluşturma planı. Mutlu olduğumuz tüm alanları yıkma boyutunda geziniyor yaşadığımız sanal hayat ve sanal edebiyat. İnsanlar sinemadan, resimden, edebiyattan, siyah beyaz fotoğraflardan, yalın tutkulardan ve mutlulukları aydınlatan küçük ayrıntılardan koparılıp, yirmi dört saat hiç durmadan koşturmaya itiliyor. Bu sömürü insanın doğallığına aykırı. Bu edebiyat insanları ve gerçekleri anlatmıyor. (Soru : Edebiyat hangi noktada? Ya da gerçek edebiyat hangi dünyada? Kaç yazar/şair irkiliyor yanı başımızda insanlara kıyıldıkça; dünya parçalandıkça, yok oldukça yaşamlar tüm vuruşmalarda. Kaçımız ses çıkarıyoruz; savaşlara, silahlara ve modern işkence ve kandırma senaryolarına ve petrol kokan çıkar çatışmalarına bunca para ayrılırken, koca bir Afrika kıtasının aç kalmasına?
(Yanıt : Dünyayı, yaşam alanlarını yok edenler ve ruhumuzu daraltanlar var. Çevreyi parçalayanlar, insandan ıraklaşanlar, sömürüye yaklaşanlar ve bunları yapanları çılgınca alkışlayan edebiyatçılar var. Edebiyat işte bu noktada. Ve bu noktadan yine aykırılık taşıyacak edebiyatı gerçeklik boylamına. Panzehir aykırılıkta saklı. İnsanı kısıtlama ve kimliksizlik kalıbına sokma çabasında olan, sars virüsü ve kuş gribi virüsü yapaylığındaki edebiyatı potansiyel deneklere doğal bir edebiyatmış gibi yutturanlar sarsılmalı. Bunları yapanlar utanmalı. (İnsan utanmayı anlamalı. Cengiz Gündoğdu yıllar önce yazdı: Utanmak insan olmanın başlangıcı). Edebiyatın kaynaklarını hızla tüketenler, küresel ısınmaya yol açanlara övgüler yazanlar, durmadan işkence yöntemleri geliştirenleri dünyanın kurtarıcısı olarak duyuranlar; usta globaller ve asla entelektüel olamayan edebiyat akademisyenleri yaptıklarıyla artık yüzleşmeli).
Hayat insandan kaçırılıyor durmadan. Yıllardır yapılıyor bu. Teknolojik bir curcunanın ortasında ve ‘ayışığı sonatından ırakta, bir çirkinlikler sarmalında insanlara estetiğin ve dansın, aşkın ve isyanın biçimi unutturuluyor. Selülitli saçmalıklar sanat diye yutturuluyor. Sırıtarak edebiyat yapanlar, siyah-beyaz yıllarımızı asla yazmıyor. Murathan Mungan’nın saçlarını kızıla boyatmasını anımsayacaksınız. Kitaplarını kokteyllerle tanıtmasını da. Edebiyat popülerleşince, bunlar sıradanlaştı. Artık Kürşat Başar mum ışığında, bir yemek masası etrafında sanatı konuşuyor. Tuna Kiremitçi,’nin aşkları gündemde günlerce kalıyor. Hasan Cemal gibiler Cumhuriyet’e saldırıyor. Tıpkı Picus’un tanıtımı gibi: Magazin, kokteyl edebiyatı ve MM gibiler (sarışın olan değil). Bu bir alışkanlık ve müthiş bir uyum.
Felsefe kongrelerine ilgi göstermeyen ‘alemin sırrını çözmüş ’yazarlarımız/ şairlerimiz Mars’ın da etkisiyle olsa gerek başka boyutlara ışınlamışlar sanki kendilerini. Milliyet Sanat’ın ‘popüler olanla olmayan arasında ayrım yapmamasıyla ’doruğa çıkan, insandan ve toplum sorunlarından kopuk, sistemle çok uyumlu, sorgulamayan ve yargılamayan bir kokteyl edebiyatı. Fazlasıyla ışıltılı ama içi çok ölü.
Popüler zamanlarda, popüler yaşamlar, popüler yaklaşımlar, yazar transferleri, ödüller :Bir ‘star yazarlar’ komedisi. Yapay yaşamların yapay renklerinde sıfır(0) estetik. Düzeysizlik, aristokrasi, tekel ve hiçlik. Tüm bunlar edebiyatımızı kuşatan çöküşün tanımlamaları.
Kalelerinde rahat oturanlar, şimdilik kimin yazar olup olamayacağına karar veriyor. Sistemin garipliğine, genel yaşantımıza ve her alanda sadece demokrat kalabilme bukalemunluğuna uygun bir tavır. Edebiyatı bankalar ve sansürcüler yönetirken ortalıkta dolaşan tepkisizlik, nötr noktalarda dolaşma ve bunu savunma mantığını zorluyor. Anarşist ve radikal tavırdan söz edince birileri ürküyor. Dönek düşleriyle zor senfonilere varamayanlar her türlü basitliği, zorlamacılığı, saçmalığı hayatın boyutları diye yutturuyor. Yüksek sanat zevkinden ve tepki verme gücünden yoksun bırakılan insanlar, kendi hayatını yaşadığı sanısıyla, ancak kendine sunulanla yetiniyor. Nasıl konuşacağımız, nasıl giyineceğimiz, ne okuyacağımız, hangi filmi izleyeceğimiz, hangi müziği dinleyeceğimiz global düzenin, ortaçağ düzenlerini anımsatan aristokratlarınca belirleniyor. Ve bu çizginin dışına çıkanlar akıl hastası gibi gösteriliyor. Tüm radikaller, bilgi birikimi ve yaşam ölçütü sıfır olanlarca öcü olarak tanıtılıyor.
Oysa öncüler ve aklın sınırını zorlayanla ve hayatı algılama gücü yüksek olanlar kurtaracak edebiyatı. Irkçılığı ve yapaylığı reddedenler ve pis bir dünyayı asla kanıksamayanlar dur diyecek dünyadaki ve edebiyattaki saçmalık ve insanı aptallaştırma tuzaklarına. Hiçbir şey için asla geç değil. Amazon ormanları doğallığında yepyeni hayata ve dünyaya insanlar ‘Che’ isyanındaki ve Sartre tavrındaki edebiyatçılarla mutlaka varacak. Bu olacak. İnsan kendini anımsadığında, tarih tüm insan ve dünya karşıtı sözcükleri, şiirleri, yazıları sözlüklerden, kentlerden ve kitaplardan silecek. Tarih edebiyat emperyalistlerini yargılayacak.
Ve edebiyat o gün insanlaşacak…