ŞANS VE GÜL
Güldem ŞAHAN
ŞANS VE GÜL
Kadife çiçekleriyle dolu bir çiçek kümesinin arkasından önce kulakları göründü sonra kocaman kara gözleri. Bal rengi ipek tüylerine yansıdı güneş. Çevik ve sağlıklı gövdesini gererek öne doğru atıldı. İpek tüyleri rüzgarda salınan buğday başakları gibi ışıl ışıl dalgalandı. Tasmasına bütün gücüyle asılan küçük Damla’yı arkasına katarak neşeli bir koşu tutturdu. Yolun sonuna kadar koştular. Damla soluk soluğa kalmıştı, öfkeyle bağırdı “Az kalsın düşüyordum. Yaramazlık yapıyorsun, söz dinlemiyorsun.” Kulağını çekti. Şans çok üzüldü. Küskün bakışlarını yere dikti. “Neden kızdı anlamıyorum, ne güzel koşuyorduk” diye düşündü. Kalbi kırıldı, hüzünlü bir anlam çöktü gözlerine, yavaş yavaş yürümeye başladı. Çok geçmeden ikisi de olanları unutmuş, gülüp oynamaya başlamışlardı.
Evlerinin bahçe kapısına geldiklerinde Damla Şans’ın tasmasını açıp eve kadar gitmesini bekledi. Şans ansızın yön değiştirdi ve gül bahçesine girdi. Mis kokulu güllerin arasında dolaştı, kokladı. Yeni açmış, şeker pembesi gülü görünce durdu. O kadar güzeldi ve o kadar güzel kokuyordu ki, Şans büyülenmiş gibi bakakalmıştı. Küçük adımlarla yaklaştı. Burnunu uzattı, kokladı, burnunun yanındaki ince tüyler heyecanla kıpırdadı, bir kez daha kokladı ve arka ayaklarının üzerine oturdu, güzel gülü seyretmeye başladı. Gülün pembe yaprakları ışıldadı, masum bir tavırla başını eğdi. Gülümsedi. Şans’ın ipek tüylerine takıldı kaldı bakışları.
Damla defalarca seslendi ona ama Şans hiç oralı değildi. Duymuyordu bile. Damla “Ne oluyor, anlamıyorum. Gülleri ilk kez görmüş gibi davranıyor” diye düşündü. Bahçeye girdi. Şans’ın tasmasını taktı ve çekerek çıkardı onu güllerin arasından. Şans eve girmeden önce bir kez daha dönüp baktı bahçeye. Pembe gül arkasından bakıyordu.
Şans kapının önünde bekledi, ayakları silindi, içeri girdi. İlk işi pencerenin önündeki koltuğa çıkıp bahçeye bakmak oldu. İrili ufaklı kırmızı, sarı, beyaz güllerin arasında pembe gülü aradı gözleri. Yüzlerce gülün içinde bir tek onu görmek istedi. İşte oradaydı. Bıraktığı yerde duruyordu. Kuyruğunu keyifle sallamaya başladı. İçi rahatladı, indi koltuktan. Ara sıra gidip bakıyor, gülünü görünce neşeyle oyununa dönüyordu.
Ertesi gün sokağa çıkma saatini sabırsızlıkla bekledi. Kapıdan çıktığı anda tasmasını çeke çeke girdi bahçeye, pembe güle yaklaştı. Kıpır kıpır oynaştı bıyıkları. Burnuyla dokundu hafiften, gülün gül yüzü daha bir pembeleşti, ışıklandı. Şans’ın içine bir sevinç doldu. Koşar adımlarla çıktı bahçeden. Kuyruğunu sallaya sallaya uzaklaştı. Damla bütün bu olanları şaşkınlıkla izledi. “Bu kadar güzel gülün arasında neden bu pembe gül?” diye düşündü. Sonra okuldaki yüzlerce çocuk geldi aklına. Yüzlerce çocuk içinde neden Aslı ve Ali’ydi onun dostları? Neden binlerce anne bir araya gelse o sadece kendi annesini seçerdi aralarından? Neden birileri daha özel oluyordu yüreğimizde? Sevgi dedikleri şey işte bu olsa gerek dedi. Gül bahçesine baktı, pembe gülü görünce gülümsedi. Şans’la birlikte koşmaya başladı.
Şans eve dönerken bir kez daha Damla’nın elinden kurtulup bahçeye girdi. Neşeli adımlarla pembe gülün çevresinde dolandı. Yine kuyruğu sallanmaya, ipek tüyleri ışımaya başladı. Eve girer girmez pencereye koştu, gül bahçesine baktı. Zaman zaman oyununu kesip pencereden gülünü gözledi. Damla her şeyin farkındaydı ama bu sırrı kimseyle paylaşmadı, sırdaşları oldu.
Zaman hızlı geçer, özellikle güller için acımasızca hızlı. Aradan on gün geçti. Şans o gün bahçeye girdiğinde pembe gülün çok neşesiz olduğunu farketti. Boynu hafifçe bükülmüş, ışıltısı yok olmuştu sanki. Yaprakları diriliğini kaybetmiş, pembesi kirlenmiş gibiydi. “Hasta mısın?” diye sordu gözleriyle, gül biraz daha boynunu büktü. Burnuyla dokundu incitmeden, gül kendini geri çekti. Şans onu neşelendirmek için komiklikler yaptı, kuyruğunu salladı, patisiyle dallarına sataştı ama pembe gül ne başını kaldırdı, ne gülümsedi. Bu kez bir hüzün çöktü içine, kulakları aşağı sarktı, adımları yavaşladı. Bahçeden çıktı, dönüp dönüp baktı ardına. Pembe gül ona bakmıyordu. Damla onları izlerken gülün artık sararıp solmakta olduğunu anladı. Birkaç güne kalmaz tüm yapraklarını döker, hiç yokmuş gibi kaybolup gider diye tasalandı.
Şans o gün diğer günlerden daha çok pencerenin önündeki koltuğa tırmandı, gülüne baktı, bu solgunluğa bir anlam veremedi. Her defasında canı sıkılarak indi koltuktan. Başını patilerine dayayıp düşündü, düşündü.
Ertesi gün merakla daldı güllerin arasına. Gülün karşısına geçti, dikkatle izlemeye başladı. Artık yaprakları pembeden sarıya dönüşmüş, başı iyice bükülmüştü. Şans doğruldu, yaklaştı, burnunu uzattı, hafif hafif dokunarak gülün başını doğrultmaya çalıştı. Kokladı ama o mis kokudan eser kalmamıştı. Damla kapının önünde biraz uzakta duruyor, Şans’a bakıyordu. Şans çabaları fayda etmeyince Damla’ya döndü, yardım istercesine baktı. Damla yaklaştı, yanlarına çömeldi. Şans’ın başını okşarken “Yapabileceğimiz bir şey yok Şans. Kalk gidelim. Gül mevsimini bekleyeceğiz, başka yolu yok “ dedi. Şans anlamıştı, yavaş ve sessiz adımlarla bahçeden çıktılar.
Gece sert rüzgarlar esti. Sabah pembe gül yoktu. Şans erkenden uyandı. Pencereye gitti. Gülünü aradı, göremedi, koltuktan indi, telaşlı adımlarla sağa sola koştu, tekrar tırmandı koltuğa. Artık pembe gülün orada olmadığını anladı. Kesik kesik havlayarak Damla’nın yatağına koştu. Hızlı adımlarla oraya buraya seğirtiyor, havlıyor, Damla’ya bir şeyler anlatmaya uğraşıyordu. Damla anladı. Şans’ı alarak bahçeye indi. Bahçe duvarına oturup onun gülünü umutsuzca arayışını seyretmemek için başını önüne eğdi. Şans pembe gülün yerini buldu. Önüne geçip havladı, havladı, havladı. Sonra başını eğip çıktı bahçeden. Her gün pencerenin önündeki koltuğa çıkıp gül bahçesini seyretti.
Önce yaz bitti, sonra sonbahar. Kış zorlu geçti. Diz boyu kar yağdı. Şans ve Damla kartopu oynadı, kardan adamlar yaptılar. İlkbahar bütün güzellikleri peşine takıp getirdi. Doğa yeniden yeşillere büründü. Kır çiçekleri açtı, sarı beyaz papatyalarla doldu bahçeler. Damla ve Şans uzun yürüyüşlere çıkmaya başladılar. Kış boyunca özledikleri arkadaşlarıyla buluşup gün kararana dek yakan top, istop, saklambaç oynadılar. Ve gül zamanı geldi çattı.
Gül bahçesinde önce dallar canlandı, yemyeşil taze yapraklar dalları sardı. Sonra minik goncalar belirdi; beyaz, kırmızı, pembe. Şans yine bir sabah pencereden bakarken gördü pembe goncayı. Damla’ya koştu. Damla’nın önünde durup havlıyor sonra kapıya koşuyordu. Damla uykulu gözlerle doğruldu. Önce pencereye gitti. Tahmininde yanılmamıştı. Yüzü mutlu bir gülüşle aydınlandı. Koşarak çıktılar bahçeye. Şans pembe goncanın yanına koştu. Bıyıklarını titretip minik burnuyla kokusunu içine çekti. Gonca yapraklarını açmak istercesine doğruldu. Şans patileriyle dallarına dokundu. Gonca daha bir irileşti. Şans bahçeden çıkarken kuyruğunu öyle sallıyordu ki Damla “Kuyruğun kopacak sevinçten” diyerek takılmadan edemedi. Damla eğilip sarıldı Şans’a, sevincini paylaştı ve kulağına fısıldadı. “Sana söylemiştim, bir gün döneceğini biliyordum.”
Pembe gül bir an önce Şans’ı görebilmek için itti taç yapraklarını. İki üç gün içinde bütün güzelliği ile bahçedeki yerini aldı. Şans için o hep farklıydı, onu hep sevdi, sararıp solarken yanında oldu, üzüldü. Ve gül mevsimlerini beklerken umudunu yitirmemeyi öğrendi.