KÂĞIT
Gökyüzüyle denizi ayıran ışıklar olmasa karşı kıyılarda, hangisinin siyahı nerede başlıyor, anlayamayacağım. Ya motoru haykıran bir balıkçı teknesi ya da körfeze giren yabancı bandıralı dev gemiler düşüncelerimden uzaklaştırıyor beni. Işığa aldanıp tavana çarparak düşen kanatlılar... Asıl yüreğimi hoplatan, birdenbire pof poflayan brandamız. Annem, komşular balkon hallerimizi görmesin diye parmaklıkların üstüne eski bir branda örtüp her yerinden kocaman çengelli iğnelerle sabitledi.
Sandalyemden kalkıyorum. Parmaklıklara dirseklerimi dayayıp karşımızda demirlemiş gemiye bakıyorum. Ay ışığı sulara cilveleniyor. Yakışıklı bir kaptan dürbünle bana baksa…
Sokak köpekleri huzursuz havlıyor. Eğilip alt balkona bakıyorum. Hatice teyze, gece havlayan köpeklerden ve kara kedilerden korkar. Işığı yanmıyor. Yan dairenin balkonundan gelen sesle irkiliyorum:
- Gemilerin ışıkları çok güzel değil mi?
Tepeden tırnağa ürperiyorum. Nereden çıktı şimdi birden bire? Hem de yan balkonumuzda. Mümkün değil diye düşündüğümüz şeylerin gerçekleştiğini görmek bizi nasıl etkilemeli? Sakin olmalıyım. Ne sormuştu? Gemilerin ışıklarını...
- Evet. Herkes uyuduktan sonra onları seyretmeyi seviyorum.
- Hiç gemiye bindin mi?
- Hayır. Sen?
- Çook. Ömrüm gemilerde geçti.
Ömrüm dediği, yaşım kadar var. Yirmili yıllarının ortasında, en fazla otuz. Sesi hem çok tanıdık hem uzak. Gecenin renginde giyinmiş. Seçebildiğim kadarıyla yakışıklı. Parmaklıklara yaslanmamış olsa onu göremeyeceğim.
- Seni gemiye bindirmemi ister misin?
- İsterim. Ama nasıl, ne zaman?
- Bu gece alt katınızdaki hanıma sözüm var.
- Hatice teyzeyi mi gezdireceksin?
- Evet. Al bu kâğıdı. Gezi tarihimiz yazıyor.
Üçe katlanmış kâğıdı açtım. Anlamlandıramadığım semboller vardı.
- Sen kaptan mısın?
- …
- Heeey! Neredesin?
- …
Sabah kızılca kıyamet koptu. Jandarmalar, sağlık ocağının doktoru, muhtar, konu komşu doluştular Hatice teyzenin evine. Gerekli işlemler yapılıp, tutanaklar tutuldu. Komşular bize çıktı. Hepimiz şoktaydık. Babam definle uğraşıyor. Annem komşularla ağlaşıp duruyor. Kafam kazan, her hücremden başka bir ses çıkıyor. Parçaları birleştirmeye çalışmıyorum. Ağlaşmalar hafifledikçe annem yutkunarak konuşuyor. Komşular basın açıklaması dinler gibi kulak kesiliyor, haykırarak ağlayanlar bile susup annemi dinliyor.
- Bizim yan daireyi biliyorsunuz. Sekiz yıldır kapalı. Mirasçıları arayıp sormadı. Jandarmaya kaç kere haber verdik. İlgilenen yok. Ev harabeye dönmüştür.
- Annem ağlamaya başlıyor:
- Hatice teyzenin de mirasçıları gelip gitmezse harabeler ortasında kalacağız. Satmalı artık bu evi.
Beynimdekiler çıkmak için kafatasımı zorluyor. Gemilerin sesleri kulaklarımda çınlıyor. İçimde korku… Salondan çıktım. Portmantonun aynası, yüzümün tüllerimizle aynı renkte olduğunu söyledi. Odama, bir yabancının odasına girer gibi girdim. Ellerim titrek, çekmecemdeki kâğıdı aldım. Bir an, içimden onu açmadan paramparça etmek geçti. Yakabilirdim de. İçindekileri suda silmeye çalışsam?
Sol göğüs ucum sızladı. Daha derinlerde bir kobranın dişlerini hissettim. Etrafım yan yana oturmuş kara kedilerle çevrilmişti. Hepsinin gözleri üzerimde. Tamam, dedim. Tamam, açıyorum.
ÿ