KAFDAĞININ ARDINA OK ATMAK
KAFDAĞININ ARDINA OK ATMAK
Yaratmak başka nedir ki?
Kimse sizden böyle bir iş beklemezken, oku sadağa özenle yerleştirir, yayı çeker, salarsınız, o da alır başını gider. Bilemem artık nereye gider, Kafdağı ardına mı yoksa bir şişeye hapsolup da sonsuz sularda varacak bir kıyı aramaya mı, yoksa bulutlara mı, bulutu tohumlayıp yere rahmet yağdırmaya…
Yazmak benim için, daha çok ikincisi. Bir kağıda ;’duy, sev ve düşün, sakın unutma, umutsuzlanma!’ yazıp, tıkayıp ağzını, denizin eline vermektir. Varacak bir kıyı mutlak bulur, okuyup anlayacak kalbi de…
Yazmak benim dünyadaki tek keyfim,en soylu işim, insanlara sorumluluğum…İnsan denen kozanın ipeğinin ucunu bulmak ve onu çözmeye yol almak.Tılsımlı bir iş, yarayışlı da. Kime yarayışlı, en evvel kendime.
Bana sorarsanız Tanrı da en çok şiir ve hikayeyi sever, sonra şarkıları. Sonra da yontuyu. Koca kainat içindeki tanrısal yalnızlığına ses olsun, sırdaş olsun diye yaratmadı mı insanı? Sonra ona yaz, dedi, yarat dedi, bence. Levh-i mahfuzda kendi yazarken, ‘sen de yaz’ diye fısıldadı ona,’ yarat hadi, tıpkı ben gibi…’
Yarattıkça Tanrısallaşması insanın, bundan. Neden yaratır insan?Yolunda gitmeyen şeyler var diye yaratır. Mutsuzluk, eşitsizlik, adaletsizlik, zulümle, sevgisizlikle kendi çapında cenk etmek için yazar, söyler, boyar, besteler.Bu , uçurumlara bağırıp aks-i sedayı beklemek gibidir. Çığlığı, yedi rengi, alfabeyi, şarkıyı bir şişeye hapsedip, suların, sonsuzluğun eline vermektir.
Bu çok ciddi işi yaparken, önüne hayat nice engel çıkarır.Tek dert yaratmak ola idi keşke.. Hayatın türlü türlü halleri var, ismin beş hali gibi tıpkı, A hali, ki aşktır, devasız derttir. N hali ki bu nafakadır, içini oyar insanın. E halidir ki bu ev mahpusluğu aynı zamanda şenliğidir, varlığı da yokluğu da bir güzel acıdır.Ö hali vardır, hani şu ölüm dedikleri. Ç hali, çocuklardır, yaratanın kadın türünü ilgilendirir, ki onlar iki kere Tanrılaşmaktadır, yazarken ve doğurup dokurken. Bu fasıl erkeklere pek dokunmaz, hatta hiç dokunmaz, ne olacak, ‘baba, dağda bir oba..’ Ama, anaysan hem perişansın, hem sultansın..U hali en beteridir, umut koyup gider, Kafdağı ardına.. Belki o çekip giden umudu geri getirmek için, o nazlandıkça, oku salıp, umudu yaralama bahasına okun ucunda geri almak için, Kafdağı ardına ok atmaktır. Kimbilir,yaratmak nedir?
Benim için her yazıda okuyup yazmayı yeniden öğrenmektir. Kalemim kağıdı öptüğünde, o boş sayfanın cenk meydanı, yahut er meydanı olmasıdır.Yazmaya koyulan onun tılsımıyla, bir yakamoz bulutu içinde kendi başına dans etmeye başlar.Bazen de kan terlemeye başlar.Ben en çok uzak geçmişin hikayesini yazarken zorlanırım, çünkü işimi çok ciddiye alır, çok çalışırım o yüzden günümüzde okurun sanat DNA’sını bozmaya yönelik şu laylay lom ürünler, benim kimyamı bozar, ruhumu çürütür. Tüpte hilkat garibesi canlı yaratmakla eştir onlar, benim gözümde. İrkilirim ve insanların onunla zehirlendiğini, doğru ve güzel üründen sonsuzca aralandığına inanırım. Eseme Yaşadığınızı mı yazarsınız? Hayır, hiç olur mu…Ama yazdığınızda yaşadığınızın ipuçları vardır.
Esin perileri peki? Hayır, inanmam . Şu yazı atölyelerine de inanmam, yazmanın yaratmanın öğretilebileceğine de öyle. İş yok, it taşlıyor,der halkımız bu tip eylemlere. Belki sanatsal beğeni düzeyi verir, bilgilendirir, eğriyi doğrudan ayırmasını, sanatın elifbasını belletir belki, ama, o kadar…
Yaratma, tıpkı şarkı söylemek için vazgeçilmez olan sağlam ses telleri, iyi cins ses gibi özelliklerle donanmış olmayı gerektirir , O nedenle sahici yaratan, yıllara dayanan sağlam yapıtlar bunca azdır. Bu doğuştan gelen yetenek, çok güçlü gözlem yeteneği, okuma, çevre, bilgi, çalışma ile elbette Yakup sabrıyla da desteklendiğinde yapıt ortaya çıkar, çıkmasa da tohumu atılır akla ve ruha, bu da zaten yaratıldığının kanıtıdır. Keşke öyle hülyalı, esin perilerinin tılsımlı değneğiyle falan ortaya çıkarılan bir iş olsaydı…Ne doğurma, ne ölme,yaratma
bunların ikisinin toplamı kadar güç bir iştir. Erbabına kolay mıdır, hayır, çünkü erbabı da hem çok çalışmaktadır, hem yedi renk gökkuşağına sarmaktadır yaptığı işi, hem ölmektedir…Esin perileri belki işin en sonunda, nokta koyma, yaldız serpme faslında çıkagelir, tıpkı, evin işinin belini bükmekten baygın düşen gelin in ardından, mutfak önlüğünü kuşanıp, oğluna kapıyı açan kaynanalar gibi. O ipek yumağının sarılabilmesi için, kozanın içindeki emekçinin aşık gibi yanması, tütmesi güzel bir ölüme yatması şarttır, ki ipeğin ucu bulunsun. Sabırla dut yaprağı başka nasıl atlas olsun?
Yaratma yolunda kan terleyen herkesin, sadağı oklu, kalbi aşklı, eli dermanlı, dili hünerli, acısı güzel olsun. Öfkesi bilenmiş, şarkısı sonsuz, kalbinin tokmağı yorulmaz, sabrı gani, dermanı sınanmış olsun. O büyük cengin içinde kenar gezip, yıldızlarda oturan esin perilerine de benden selam olsun.