Uçuşan Sarı Yapraklar Müjdeledi Doğumu
Önce, bütün giysilerimden arınmalıyım” diye söylendi kadın. Sonra ateşiyle erimeye yüz tutan buzların üzerindeki uzanışını bozmaktan korkar gibi yavaşça çıkarmaya başladı giysilerini. “Evet, çıkar. Çıkar ve git” dedi buz, ateşler içinde yanan çıplak bedenden kurtulmayı umarak. Ummanın en olmaz uç noktalarından, renk vermez sesinin tınısıyla buz, “Git” dedi. Aslında, kendi var oluşunu korumaktı bütün gayreti buzun… Erimeyi durdurma istenci bundandı. Bundandı kendisine sığınan kadının, yüzyıl süren konaklamasından bir anda kurtulmayı umması. Oysa kalışının resimleri yapılmıştı kadının, taa evvelsi günden; doğum öncesi hazırlıklarda. Doğuracaktı kadın… Yeniden var etmek için kendini, kendisi doğuracaktı; şiir yağmurlarının bulutları olarak.
Öyle söylemişti ozan. Ben duydum. Kadın, ateşin körüklediği duman çemberinde dönerken bir kuşluk vakti; hani kuşların ilk ötüş korosunun dinlence aralığında; “Bir sel yatağına vardığında; kendini çağıran sesin renginden tanıyıp kendi sesini, sesine doğru koş. O sana, senin kim olduğunu ve neler yapabileceğini söyleyecek” demişti. İşte kadın, rüzgâra karşı gelen ilk canlı olarak büyük nefesini üfleyip şiir yağmurlarınca diledi kendini. Bütün fırtınaların adresini alıp çağırdı, tek tek… dal kırılmaz yöresinin taş tutmayan büyük kaya vadisine. Uçurumlar sardı onu önce. Hani ün yatırsan; derin dehlizlerinde kaybolacak cinsten. Kıyısında dolaştı uçurumların. Ya da uçurumlarının… Ordaydı. Üstü örtülü olarak gösterilen bütün yol haritaları ordaydı. Önce, sağlam temeller kazdı kadın, kendi içinden geçen. Bunu önemsiyordu. Temel önemliydi. Konu ne ise başlamadan önce sağlam temellere oturtulmalıydı.
Sağlam yerlere sağlam temeller atmadan oluşturulan geleceğin, geçmişin öğrenmesiz tuzağında kaybolacağını biliyordu kadın. Biliyordu aslında geçmişin durmadan geleceği oluşturduğunu. Bu yüzden önemliydi yaşanan anlar. Yaşanan her an, yaşanmış olarak geçmişe eklenirken; geleceğin kapısıydı araladığı, bugüne verilen özenle. Papatya yapraklarının beyazlığınca ve bir sarı halkayla kalışının yalnızlığınca özenliydi… Dahası, papatyalara sığınmanın faydasız menzilinde olamayacak kadar… O zaman, bütün özgür kuşlardan daha özgür ruhunun tutsaklığı olurdu sevme eylemleri, dar vakit tanımaz koşularda.
Kadın, hep bir geç kalışla sersemleşen yüreğine, dizginlerce kök salan gidememe eyleminde; kalmanın doruğu olarak sustu. Eriyen buzun soğuk suyuna karıştırdığı çıplak bedeni, alev ateşleri içinde; mavi bir sis perdesiyle sarıldı, suskunca. Oysa her susuş, beraberinde getirendi sırası gelmiş olmasa da sıralı gibi karanlığa bürünmeyi. Öğrenme yöntemlerinden biridir, bilinir… Bilinir, deneyimlerin öğreticiliği, çok eskilerden taşınan yaşanmışlıklarda olarak. İşte kadın, bir yaman dengesinde yaşamın öğrenmişti; aydınlığın arkasındaydı karanlık. Bu yüzden o, hiçbir dağın arkasına gitmedi. Daha doğrusu yönünü hiç arkalara dönmedi. Nasıl dönsündü? Geçtiği yollara bırakılan izlerde; ayak izleri dururken o, yönünü gerilere nasıl dönsündü. Dönmedi. Ben ordaydım, gördüm. Kadının yönünü gördüm. Zaten ben görmesem de duyulmuştur; şimdi eski göl yataklarından geriye kalan bataklıklardaki kurbağaların şarkısında söylenir, duyanlar duymuştur.
Bütün yanılmaların gebeliğince şişti incir çekirdeğini doldurmayan söz balonları, yaşamın bir kirli bohçasında. Sırı dökülen testilerin şarabı gibi sızdı yaşam, kendi engin mecrasından. Sonra, kadın, bütün tutsaklıklarını bırakıp ağaç kovuklarına, bir derin rüyaya daldı, kendi öz diyarında. Gördü, bütün yamaçların bir tepesi vardı; bazıları kuş konmaz olarak. Ve bazılarının başındaki dumandan görünmüyordu yolları.O, kendi dağını tanıdı, diğer kadınlar gibi… Ayağa kakıp gitmeye duruşu zor olmadı. Ardından dökülen yaprakların sarılığınca gitti çabucak. Belki bütün buzlu tepelerin beklediğiydi… Ama beklenilen olmak değil; beklediğini bulmaktı özlenen, bir gizli mabet gibi. Böylece; bütün renkleri bezeyip eteklerine, tek hedefe kilitli olarak, çıktı buz dağına. Sır vermez tepelerin tepesinde bütün doğumlara gebe, gidiyordu kadın, buzun ateşi kestiği yere.