İtiraf Ediyorum Sakarım
Merhabalar efendim, afiyettesiniz inşallah. Yazımın konusu benim yakın çevrem içinde sürekli düşen, topuk kıran, üstelik yine de topukludan vazgeçmeyen, sakar bir zat olarak nam salmamdır ki bu söylence her ne kadar dilden dile dolaşsa da yaşamadan görmeden anlayabilmeniz zor.
Düşme v.b. konusu üzerine yazma isteğim, bugün ablamın küçüklükte başına gelen bir olayı hatırlamamızdan kaynaklanıyor. Böğürtlen (ablam) takriben sekiz, dokuz yaşlarındayken (ben de iki, üç oluyorum tabi), ailecek bir alış veriş olayımız sırasında vitrinde gördüğü oyuncak bebeğe doğru hızla atılmış. Vitrinin önündeki kömürlüğün de kapağı o sırada sorumsuzca açık bırakıldığından, yavrucak görmeyip içine düşmüş ve babam da bir an bile duraksamadan arkasından atlamış tabi. Neyse ki bir şey olmamış. Ben de olay sırasında oradaydım ama kucak yaşlarımda olduğumdan pek anımsayamıyorum.
Bununla birlikte babamın da annemin de değişik zamanlarda düşme vakalarına rastladık. Ailecek böyle bir namımız var da denebilir. Mesela Böğürtlen Eskişehir’de okudu; mühendis bir insandır kendisi. Onun da buzlu yokuşlarda oturarak yokuşu inme gibi olayları olmuş, anlatır. Ama içimizde bu konuda efsaneleşen yalnızca ben varım. Bu efsane babaannemin beni bir buçuk
yaşındayken sokağın orta yerinde kucağından düşürmesiyle başladı ve anlı şanlı, bugünlere kadar geldi.
İlk uzun metraj düşme olayım biçimsiz bir yerdeki kemik kırığıyla noktalandı. Lise ikideyim. Akşam saatlerinde takviye amaçlı dershaneye gidiyoruz. Çok yakın arkadaşlarım Marul ve Ayva’yla birlikte sınıftan biraz geç çıktık. Binada bizden başka pek kimse yok. Bizim dershane ince uzun eski bir binaydı. Uzuuun merdivenli...Ben Ayva ve Marulun iki basamak arkasından geliyorum ki....Saatte bilmem kaç kilometre hızla oturarak yedi, sekiz basamak indim. Aralarından öylece geçtim. Nasıl gülüyorlar, hepimiz şoktayız aslında. Bizim bildiğimiz bu çizgi filmlerde olur ama meğer gerçekmiş. Biraz ben de alaya vurdum o sırada ama feci ağrıyor.
Eve otobüsle dönerdim. Otobüste oturamadan geldim. Evde sürekli sızlanıyorum. Babam endişelenmeye başladı. Ertesi gün hastaneye gitmeye karar verdik. Çok da önemli bir sınavım var, rapor almak için Devlet Hastanesine gittik. (Bu kırık olayının o coğrafya sınavından en az otuz, kırk puan fazla alabilmem gibi bir faydası oldu tabi, konuları öğrenip iki hafta çalıştım; bir daha da o notu hiç göremedim.) Hastanede muayene için sırada bekliyorum ama acıdan duramıyorum ; bayılmışım. Beni hemen doktorun odasına aldılar. Haliyle benimle epey ilgilendiler, röntgen falan...Kemiği kırmışım. Hayır, alçı da yapılacak bir yer değil...Doktor bana altı ay rapor vereceğini, üstüne kesinlikle oturmamam gerektiğini söyledi. Mümkün değil lise öğrencisiyim(okul beni bekler!). On beş gün rapor verdi. Şu şekilde otur, oturma v.b. Malum az espri konusu olmadım arkadaşlar arasında.
Bir başka düşme maceramsa kırıklı çıkıklı olmayıp gülünçlüdür. Aynı dershaneden aynı saatte dönüyorum. Duraktan eve yürüyorum, karanlık da üstelik... Bizim evin karşısı boylu boyunca kavaklık. Kavaklığın önünden yürüyorum. O sırada evin yakınındaki bir kafede arkadaşımı gördüğümü sanıp ona bakmaya çalışıyordum ki....1m. yükseklik var mıdır acaba? Kavaklığa, çalının çırpının arasına hem de hakikaten kafa üstü düştüm. Nasıl kalktığımı bile hatırlamıyorum. Eve geldim,annem inanamıyor; çamur içindeyim ve saçım adeta bir geyiği andırıcasına dal, çalıyla dolu. Görmeliydiniz ya da ben hiç yaşamamalıydım.
Bir de topuk kırma ünüm vardır ki namım yürüsün diye sık sık yaparım. Neyse ki bu aralar düz pabuçlar tercih ediyorum. Lise son, mezuniyet balosu. Lacivert güzel bir tuvaletim ve onunla takım ayakkabılarım var. Bursalı olanlar Altın Ceylanı bilirler, balo havuz başında, geç saatte de Garden nam gece kulübüne gidiliyor (Allah’ım dokuz sene önce, zaman nasıl geçiyor). Ay bir eğleniyoruz bir eğleniyoruz... Derken topuğum kırıldı. Epey de yüksek, sekemem ya ... Armut( çok yakın bir arkadaşım olur) “ver ötekini de kıralım hiç olmazsa aynı boyda olurlar” deyip aldı benim diğer ayakkabımı. Yapıştı topuğa çekiştiriyor. Oldu, olmadı. Artık F
Armut coştu, illaki çıkaracak. En sonunda topukla sehpaya vurmaya başladı ve nihayet kırıldı topuk. Ben de hevesle giydim ve dans etmek için kalktım ki ne göreyim? Topuklara basınca ayakkabıların burunları on beş santim öne kalkmış ki o vaziyette yürümek çok komik oluyor. Burunlar kalkınca kendinizi dengelemek için öne eğiliyorsunuz. Büyük kasalı bir kamyona benziyorsunuz. Armut haftalarca benim taklidimi yaptı, acımasız insan...
Bu topuk olayını üniversitede de yaşıyorum. Ayıptır söylemesi, biraz kendini beğenmiş de başka hiçbir şeyi beğenmemiş gibi bir yürüyüşüm vardır. Yürüyüşüm de az alay konusu olmadı. Ben o vaziyette karizma saça saça merdivenden inerken sen topuğu kır, herkesin gözü önünde merdivene otur sonrada hiçbir şey olmamış gibi topuğu eline alıp seke seke kantine gir. Kimsenin yüzüne bakmadan tabi ama topuk umurumda değilmiş, aklımda mühim memleket meseleleri varmış gibi dolaşıyorum.
Girip kantinde bir masaya oturdum. Az sonra, daha önce de bahsettiğim arkadaşım Ayva ve erkek arkadaşı Kavunla buluşacağım. Kavun benim bu topuk kırma olaylarımın çoğunda yer alan, bundan neşe duyan bir arkadaşım olduğu için eğlensin diye de topuğu masanın üstüne koydum. Önce masanın üzerinde duran garip şeyin ne olduğunu anlamadılar tabi. "Al Kavun, sevin; sen seversin diye sana topuk getirdim" diyerek de açıklamada bulundum. Eve varana kadar güldüler bana.
Bu takım başka maceralarım vardır ki sıradan olanları anlatmıyorum. Daha fazla yazamayacağım. Bu düşme, kalkma, kemik kırma gibi anılar bende oturduğum yerde yorulma etkisi yarattı. Sizlere de hayatınızı, başınızı önünüzden kaldırmadan yürüyerek geçirmenizi önereceğim. Zira tecrübeyle sabittir ki insan asfalta bile takılıp düşebiliyor.