top of page

Hazal Diye Bir Gül

Ay ışığında Koruköy seraları uzaylılar dünyası kadar suskun ve gizemliydi. Çevrede kesme gül, karanfil tomurcuklarının doğum sancılarından başka kıpırtı yoktu. Gecenin amansızında pırt diyerek insanın içinde korku yelleri estiren seslerden başka!

Ziraat mühendisi Erkan, kim bilir ne zamandan beri Hazal'ın başındaydı. Hazal da kim diyeceksiniz? Kan kırmızı katmer bir gül, güllerin şahı; seranın önderi, serdengeçtisi. Erkan'a sorsanız, güllerin ermişiydi. Her sürünün bir başı, her turna katarının bir öncüsü oluyor da, bir seranın neden bir gözde gülü olmasınmış?

Bütün Sera çalışanlarının Hazala bakışı Erkandan farklıydı. O, solarsa bütün sera solacakmış, O. ölürse bütün güller ölecekmiş gibi garip bir duygu vardı herkeste. İşin kötüsü Hazal, ciddi hastaydı. Denenmedik ilaç bırakılmamış, henüz olumlu bir yanıt alınamamıştı. Erkan'ın soluğuyla karbon dioksit vermesi, dikenlerine dek sevip okşaması, başka ne anlama gele bilirdi?

Genç yaşına karşın Erkan çiçeklerin dilinden anlardı. İnleyen gülün sesini duyar, boynu bükülenin imdadına yeterdi. Onlarla insan gibi konuşur, hal hatır sorardı. Ayrıca o, günlük konuşmalarını da çiçeklendirmeye başlamıştı. Herkes "günaydın" der, O,"gülaydın"derdi. Biriyle tanışıp ya da hoş geldin ederken biz tokalaşıp el veririz, o, sadece bir gül verirdi. Çınarcık-Yalova hattında Erkan' dan gül almamış insan azdı. Gül verecek kimseyi bulamadığı gün kendi kendine bir karanfil verir ve yakasına takardı.

Bir gün Hazal, ona açıktan açığa, "gülaydın sevgilim" diyesiymiş. Bunu kulağıyla duymuş, gözüyle görmüş. Olaya bütün seradaki güller tanıkmış. Başka bir gün yanından geçerken dokunmadığı için küsmüş. Tam üç gün üç gece yönünü sera naylonundan yana dönüp somurtmuş. Bütün bunlardan sonra insanın ermişi oluyor da çiçeğin ermişi neden olmuyormuş?

Gece yürüyor, Erkan, Hazalın başında kıpırtısız oturuyordu. Derken müziğin susmuşluğunu algıladı. Oysa O, ekmeğini , suyunu ihmal eder, seranın müziğini ihmal etmezdi. Bir çiftçi ellerinden farksız ellerini tulumuna silip kitaplığa yürüdü. Radyoteyp orada asılıydı, seranın en güzel köşesinde! Üst raflarında şiirlerin, onun altında roman ve öykülerin, en altta da tarıma ilişkin kitapların dizili olduğu yerdi burası. Ayrıca çerçeveli çiçek tabloları, özdeyişler, şiir alıntıları vardı. Aşık Veysel'in "Bülbül Gül", Odabaşı'nın " Kendine Benim İçin Bir Gül Ver, " adlı şiirleri yan yanaydı.

Aklı müziğin susmuşluğunda, gözleri yerdeki lastik izlerine takıldı. Çömeldi, izleri yeniden gözden geçirdi, elledi. Kitaplara zaten kimse dokunmazdı. Zehir özellikli ilaçlar da yerli yerindeydi. Sorulu, çevreyi dinledi. Gece doğumu yapan gül pırtlamaları ile yeni işkınların kıpırtıla-rından başka ses yoktu. Fakat güller tedirgindi. Sanki serada yadırgı bir soluk yakalamışlardı. Aklı boyuna yer değiştiriyordu. Kalorifer borularına, sera iskeletlerine tutuşturulmuş özdeyiş levha-larından birisi tırp diye düştü. Kimi sakar kuşların naylonlara çarptığı gibi yürek hoplattı. İyi, özdeyişin camı kırılmamıştı.

"Çiçeğin işlediği yere kurşun işlemez." yazısını yerden aldı, götürüp,

" Bir memlekette kitap ve çiçek satışları at başı yürür." levhasının yanına astı.

Aklından geçenlerin peşine yetişemiyordu. Ağabeyinin yaptığı densizliği anımsadı. Tut sen kar yağdığı bir gece kalorifer vanalarını kapat. Bunun öteki adı cinayetti. Kırk yıllık çiftçi, tam da don gecesi kaloriferleri susturmanın ne anlama geldiğini bilmez miydi?

" Şimdi para marul, kabak ve hıyardaymış. Aç insanın gülü, çiçeği mi olur... muş? Bu gidişle topu dikerlermiş...”

Erkan o güne dek güllerle incitmediği ağabeyini az kalsın boğazla-yacaktı. Adam, açıktan açığa gülleri söküp yerine kabak, hıyar ekelim, diyordu.

Kendine bile yabancı bir sesle:

"Ağabey büyüksen büyüklüğünü bil. İnsan sadece yemek ve içmenin ortalaması değildir. Hem bizler, biraz da üretip yarattığımıza benzermişiz. Yarattığımızın bize benzemesi gibi. Yani gül üreten gül, hıyar üreten de hıyar..." demişti.

Etikete göre ara
Henüz etiket yok.
ÖNE ÇIKANLAR
son postalar
Arşiv
bottom of page