top of page

 Zeki Sarıhan

 "ZEYTİNDAĞI"

 

"ÜCRETSİZ TARLA VE SOKAK BEKÇİSİ"

 

OSMANLI

Tarihten ders almasını bilmeyen bizim Osmanlıcıların hayalleri bitmiyor. Halkı barış, demokrasi ve güven içinde yaşayan, hukuk ve adaletin egemen olduğu, bayındır bir ülke inşa etmek varken gözleri hep dışarıda. Özellikle Ortadoğu’da.

Hele o bölgede kazanlar kaynarken “Fırsat bu fırsattır” diye yeniden oralarda nüfuz sahibi olmak istiyorlar.

 

Aksini söyleseler de tarihe en yabancı olanlar Osmanlıcılardır. Osmanlı Devleti döneminde, hele devletin son yıllarında buralardaki Türk varlığının ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun en iyi tanıklarından biri, Birinci Dünya Savaşı’nda Dördüncü Ordu Kumandanı ve Suriye valisi Cemal Paşa’nın özel kaleminde yedek subay olarak bulunmuş Falih Rıfkı Atay’dır. Onun günümüzde okunması en çok gereken kitaplarından biri Zeytindağı’dır. Bu kitap, yalnız Osmanlı Devletinin değil Türklerle buradaki halklar arasındaki ilişkiyi canlı bir anlatımla ortaya seriyor.

 

 

 

 

Dâhiliye Nezareti’nde genç bir memur olan Falih Rıfkı, “jimnastik gibi, gezinti gibi”gördüğü askerliğe heves eder. Adamı olan askerlikten yırtmaktadır. O da herkes gibi kendisini savaş alanlarından kurtaracak bir torpil aramaya başlar. Bir dostu aracılık eder. Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa, Başkumandanlığa bir telgraf çekerek Falih Rıfkı’yı yanına göndermelerini ister. Falih Rıfkı İstanbul’dan ayrıldığında Çanakkale Savaşı başlamıştır. Onun ifadesiyle İstanbul Kahire’den, Şamdan, Halep ve Bağdat’tan hayalini geri çekmiş, kendi öz canının kaygısına düşmüştür.

 

Cemal Paşa, Falih Rıfkı’yı şifre kalemine verdirir. Ordunun karargâhı Zeytindağı’nın tepesindedir. Lüt Gölü’ne ve Gerek dağlarına bakmaktadır. Daha ötede Hicaz ve Yemen vardır. Öte yanda Lübnan ve Filistin toprakları uzanmaktadır.

 

Falih Rıfkı bu toprakların Türkler ve Türkiye için ne ifade ettiklerini şöyle anlatıyor:

 

“Çıplak İsa, Nasıra’nın marangoz çırağı idi. Zeytindağı’ndan geçtiği zaman altında kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten bu yana geçmeyen şey yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor.

 

TARLA BEKÇİLERİ GİBİYDİK!

 

Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizden değildi. Sokakta turistler gibi dolaşıyoruz. Ticaret, kültür, çiftçilik, endüstri, binalar her şey Araplar ve başka devletlerin. Yalnız jandarma bizim idi. Jandarma bile değil. Jandarmanın esvabı. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rast gelmiyordum. Herhangi bir azınlığın çocuğu olmak Türk olmaktan daha faydalı idi.

Suriye, Filistin ve Hicaz’da:

—     Türk müsünüz? sorusuna birçok defalar cevap:

—     Estağfurullah! idi.

Bu kıtaları ne sömürgeleştirebilmiş ne de vatanlaştırmıştık.

Osmanlı İmparatorluğu buralarda ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi.

Kudüs’ün en güzel yapısı Almanların, ikinci güzel yapısı gene onların. En büyük yapısı Rusların, bütün öteki binalar İngilizlerin, Fransızların, hep başka milletlerin idi.”

 

Yazar Suriye’de Cemal Paşa’nın giriştiği hızlı imar çalışmalarını kast ederek diyor ki:

“Bir avuç Türk, bütün kıtayı tuttu. Koskoca çölü yapı ve bahçelerle donattık.  

Fakat geç kalmıştık. Artık ne Suriye, ne de Filistin bizim idi. Rumeli’yi kaybetmiştik. Bir gerçek hissi ile değil, bir tarih hissi ile kendimizi zorluyorduk. Lübnan havası, bize Dobruca havasından yüz kat daha yabancı idi. Fakat her yere:

—     Bizim, diyorduk.

Ve kendimizi otelciye, lokantacıya, hatta posta memuruna anlatmak için yavaş yavaş Arapça öğreniyorduk.

 

SANKİ İŞGAL ORDUSU KUMANDANI

 

Medine’yi bile bırakmıyorduk.

Ne Medine’si? Bir gün bir kıtayı selamlamaya inmiştik. Tren varken Adana’dan beri yayan yürümekte idiler. Üç bin kadar zayıf, soluk ve üstü başı yıpranmış Türk çocuğu, yorgun argın önümüzden geçtiler. Biliyor musunuz nereye gidiyorlardı: Aden’e.

 

Mısır’ı fethe çıkan Cemal Paşa, Kudüs’te, Şam’da, Lübnan’da, Beyrut’ta ve Halep’te oturduğu zaman bir işgal ordusunun kumandanı gibi bir şeydi.

 

Osmanlı İmparatorluğu, Trakya’dan Erzurum’a doğru koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.” (7 Ocak 2015)

----------------------------------

Kaynak: Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Ankara, 2001, Millî Eğitim Bakanlığı Millî Klasikler dizisi, s. 31-40

 

bottom of page