top of page

Ferhan Şaylıman

ŞAYLIMAN’IN SON ROMANI ‘’ŞİLA’NIN GÖZLERİ’’


ROMAN, Parafiks yayınları..şubat 2015, İSTANBUL,240 sayfa Yazar Ferhan Şaylıman’ın 4. romanı raflardaki yerini aldı. Şila’nın Gözleri içinden geçtiğimiz dönemi iki farklı bakış açısı eşliğinde işleyen bir kitap. Roman, mesleğinde son derece başarılı bir cerrahın sağlık sorunları ve ardından gelen kaza sonucu el becerisini yitirmesiyle beraber, hayatı sıfırdan tanımaya başlamasını konu ediniyor. Şila’nın Gözleri mesleki başarısını her şeyin önüne koyan o cerrahın, işinden, evinden ve doğup büyüdüğü kentten koptuktan sonra tanıştığı iki farklı uçtaki kadından, hayata ilişkin hiç bilmediği şeyleri öğrenirken aslında kendisiyle yüzleşmesini de derinden derine işliyor.

‘’Bilmeden yaşamak ruhumuzda gizlenen tedirgin tırtıla hareketsiz kalması karşılığında verdiğimiz ödündür. Ne zaman ki bilmeye başlarız bilmediklerimizi, tırtıl ayaklanır, kemirir durur içimizi. Eğer yeterince hazır değilseniz bilmek çoğu zaman tehlikelidir, peki ya bilmemek? ‘’

İşte bu soru beraberinde başka soruları da getirerek, okuyucuyu hem kendisiyle, hem de içinden geçtiğimiz süreçte değer yargıları bağlamında ağırlık kazanan birçok tartışmayla yüz yüze bırakıyor. Sorulardan bir kısmı toplumu gerçekten sarsan olayları irdelerken, bir kısmı da yakından bildiğimiz, tanık olduğumuz ama sormaya cesaret edemediğimiz nitelikte.

‘’Sanki biraz daha insan mıyız sevdiklerimizle beraberken? Biraz daha bütün ve tamam. Ya da biraz daha eksik miyiz, kokularını, tenlerini özlediğimiz kişilerden uzakta? Biraz daha yarım ve aksak, hatta kör ve topal. O halde hakkını vermeli kişi bir ve bütünken; sevmenin, sevişmenin, dokunmanın ve paylaşmanın. Tamamken biriktirmeli tüm dokunuşları, yarım ve aksak, kör ve topal günler için. Peki sence biriktirilebilir mi sevişmeler? Paylaşımlar bir köşede toplanıp zor günler için saklanabilir mi? Yoksa yaşanması gereken anlarda, yaşanır ve biter mi her şey?’’

Şila’nın Gözleri, Türk romanında belki de bir ilke imza atıyor. Anlatımı başından sonuna kadar ören karakterlerden birisidir Şila adındaki kedi. En az romanın diğer karakterleri kadar güçlü bir varlığı temsil ediyor Şila: Karşılıksız seven, karşılıksız bağlanan ve bir çoğumuzun artık çevremizde bulmakta zorlandığı içtenliği bakışlarıyla, dokunuşlarıyla, sıcaklığıyla sahibine hissettiren bir kedi. Ama kitabın arka kapaktaki tanıtımında belirtildiği gibi ‘’Toplum savrulurken en çok aşklar ağlar. Aşk, karaya vurmuş bir ahtapota dönüşür; suyunu salmış, gövdesi ve kolları pörsümüş, kimseye ve hiçbir şeye sarılacak gücü kalmamış bir ahtapot. En çok böyle zamanlarda insan insanın kurdudur ve bazen de limanı.’’

Şila’nın Gözlerinde bazen kurtlar öne çıkıyor, bazen de limanlar. Tıpkı hayatlarımız gibi roman boyunca devam eden bu çatışma çarpıcı bir sonla noktalanıyor.

Şila’nın Gözleri Ferhan Şaylıman’ın 4. Romanı. Yazarın ilk öykü kitabı ‘’Sığınak’’ 1992’de, ilk romanı ‘’Zaman Geriye Dönmez’’ 2006’da, ikinci roman ‘’Hiçlik’’ 2009’da, üçüncü romanı ‘’Özgürlük Kampı’’ysa 2012 yayımlandı.



*


FERHAN ŞAYLIMAN "ŞİLANIN GÖZLERİ" Nİ ANLATIYOR:




ŞİLA NIN GÖZLERİ



Edebiyatın yaşadığımız toplumsal çalkantıların neresinde başlayıp bittiğini, bitmesi gerektiğini bugüne kadar açıkça yanıtlayamamış birisi olarak, yaşadığımız dönemin yazıya sindirilmesi kaçınılmaz karakteristik özellikler taşıdığını düşünenlerdenim.


Her şey ama her şey; hayatlarımız, ilişkilerimiz, değer verdiğimiz olmazsa olmazlarımız son 10 yılda üstümüze çöken akıl dışı bir yönetim anlayışından, acılardan, baskılardan, dönüşüm adını taktıkları kaostan fazlasıyla etkilendi, etkilenmeye de devam ediyor.

Peki başka?


Bütün bunları kuşatan bir üst tabaka var ki, ondan süzülerek bize ulaşan her şeyi tek renge boyuyor: Şiddet.


Farkındaysanız şiddetin rengi bugünlerde tonunu biraz daha arttırarak kendini iyice hissettirmeye başladı. Şiddet ne zaman ki sıradanlaştı, gündelik ilişkilerden sıyrılıp kamusal alana taştı; hayatlarımız en tepedekinden sokakta dolaşanına kadar toplu halde gerçekleştirilen bir çıldırma haline dönüştü.


Bunları görmeden, bunlara dokunmadan yazılan yüzlerce hatta binlerce romanın istilâsı altındayız. Kitapçılara girdiğinizde ‘’çok satanlar’’ın ön raflarında kapağında hüzünlü bakışlarla uzaklara dalmış güzel kızların, çiçeklerin, böceklerin, ‘’yara’’, ‘’yalnızlık’’ ve türevlerinden üretilmiş sözcüklerin cirit attığı romanlar tarafından kuşatılıyorsunuz. Kuşatma öylesine şiddetli ki raflardan birinden sıyrılıp diğerine düştüğünüzde bu defa ‘’Grinin Elli Tonu’’yla ‘’Allah De Ötesini Bırak’’ arasında seçim yapmak zorundasınız sanki.


İşte bu süreçte benzer nedenlerden dolayı yazmak, belki de her zamankinden daha zor bir eyleme dönüştü.

4.romanım Şila’nın Gözleri’nde biraz da utanarak hatta korkarak aşkı yazdım. Aşk, seks ve din üzerine sayıklamaların edebiyat başlığı altında, grinin milyonlarca tonu denenerek üretildiği bir dönemde Şila’nın Gözleri’ni yazmaya karar vermem ve şimdi de onu diğerlerinin arasına bırakmam cesaret miydi, aptallık mıydı, akıntıya kürek çekmek, yel değirmenlerine kılıç sallamak mıydı, gerçekten bilmiyorum; buna siz karar vereceksiniz.

Hayatını yalnızca mesleğinde yakaladığı başarılar üzerine kurmuş ünlü bir cerrahın, ‘’kırık kalpler doktoru’’ na dönüşmesini iki farklı bakış açısıyla işleyen bir roman Şila’nın Gözleri. Hayatının en büyük felaketi olan o günden sonra cerrahlığı bırakmak zorunda kalan Göksoy eşini, çocuklarını ve doğup büyüdüğü kenti terk edince çok farklı noktalarda yaşayan iki kadınla tanışıyor. Bu aslında onun hayatla tanışması, bilmediklerini bilmeye başlaması anlamına da geliyor.


‘’Bilmeden yaşamak ruhumuzda gizlenen tedirgin tırtıla hareketsiz kalması karşılığında verdiğimiz ödündür. Ne zaman ki bilmeye başlarız bilmediklerimizi, tırtıl ayaklanır, kemirir durur içimizi. Eğer yeterince hazır değilseniz bilmek çoğu zaman tehlikelidir, peki ya bilmemek?’’


Peki kırık kalpler doktoru bilmediklerini bilmeye başladıktan sonra mutlu mu oluyor?


Göksoy’un hayatına giren Menekşe ve Şule’nin ondan yanıtlamasını bekledikleri sorular aslında hiç de zor değil.


Zor olan ünlü cerrahın bunlara hazırlıklı olmaması.


‘’Sanki biraz daha insan mıyız sevdiklerimizle beraberken? Biraz daha bütün ve tamam. Ya da biraz daha eksik miyiz, kokularını, tenlerini özlediğimiz kişilerden uzakta? Biraz daha yarım ve aksak, hatta kör ve topal. O halde hakkını vermeli kişi bir ve bütünken; sevmenin, sevişmenin, dokunmanın ve paylaşmanın. Tamamken biriktirmeli tüm dokunuşları, yarım ve aksak, kör ve topal günler için. Peki sence biriktirilebilir mi sevişmeler? Paylaşımlar bir köşede toplanıp zor günler için saklanabilir mi? Yoksa yaşanması gereken anlarda, yaşanır ve biter mi her şey?’’

Toplum parçalanırken en çok aşklar ağlar.


Aşk, karaya vurmuş bir ahtapota dönüşür; suyunu salmış, gövdesi ve kolları pörsümüş, kimseye ve hiçbir şeye sarılacak gücü kalmamış bir ahtapot.


En çok böyle zamanlarda insan insanın kurdudur ve bazen de limanı.


Şila’nın Gözlerinde bazen kurtlar öne çıkıyor, bazen de limanlar. Tıpkı hayatlarımız gibi roman boyunca devam eden bu çatışma çarpıcı bir sonla noktalanıyor.


Şiddetin gündelik dile dönüştüğü bir aşamada aşkı bulup yazmak kabul ediyorum, delilikti.

Ama bu deliliği yaptım.


Yazarken o cesareti nereden aldığım sorusuna şimdi yanıt veremiyorum.

Belki sizlerle beraber, Şila’nın Gözleri’nde buluruz onun yanıtını da.

bottom of page