top of page
YAZI ve YAZAR
 

 

Tuna Kiremitçi / Bir Edebiyat Dehası: Hakan Günday

Fransa’nın saygın roman ödülü Prix Medicis’nin, “En İyi Yabancı Roman Ödülü” Türk yazar Hakan Günday’a verildi. Günday’ın Fransızca’ya “Encore” adıyla çevrilen “Daha” adlı romanı, göçmen ticareti yapan bir kaçakçılık şebekesinin hikayesi üzerinden göçmen ve insanlık dramını anlatıyor.

Jean Descat’nın Fransızca’ya çevirdiği ve Galaade yayınlarından çıkan “Encore” kitabıyla Fransa’da büyük beğeni toplayan Hakan Günday, kitabının baş kahramanı Gaza adlı 9 yaşındaki linçci, tecavüzcü, katil ve kaçakçı olan azılı bir suçluyla bütün insanlığı sorguluyor.

BİR EDEBİYAT DEHASI:Hakan GÜNDAY
Tuna Kiremitçi

Tuna Kiremitçi

 

Siyaset ülkemizde kendisinden başka hiçbir şeyle ilgilenmemize izin vermek istemeyen şımarık bir çocuk.


İzin verse göreceğiz: Siyasete rağmen gül gibi şeyler oluyor, olabiliyor ülkemizde.
Hatta Fransa’da bile olabiliyor güzel şeyler. Mesela kuşağımızın müstesna yazarlarından Hakan Günday gidip Fransa’nın prestijli edebiyat ödüllerinden birini alıveriyor: Medicis Edebiyat Ödülü’nü.


Bu ödül her yıl biri Fransız diğeri yabancı olmak üzere iki yazara verilir. Bu yıl Fransız yazarlardan alan Nathalie Azoulai oldu.


Yazıyı burada bırakmaya niyetli okura not: Azıcık sıkın dişinizi, vallahi siyasete bağlayacağım, söz.


Ne diyorduk? Ha, evet. Hakan Günday’ın bu önemli ödüle layık görülen romanı “Daha” zaten ödülden önce de ses getirmişti Frengistan’da. Hakkında sitayişle dolu değerlendirmeler gırlaydı.


“Daha”nın bir önemi de, bugün Avrupa’nın bir numaralı açmazı mülteci sorunu hakkında olması.


Herhalde gündemi böyle boynuzlarından yakalaması da etkili oldu gördüğü ilgide. Frenkler yazamadıkları bir romanı elin Türk’ünün yazmasını takdir etmek zorunda kaldılar.
Hakan Günday’ı bilen bilir: Sert, kırçıllı, insanı fena tokatlayan bir kalemi vardır. Gencecikken yazdığı ilk romanından beri Fransızların karanlık çocuğu Louis-Ferdinand Celine’in izinden gider. Her daim bir “gecenin ucuna yolculuk” halindedir.
İşte bu yolculuk onu çok önemli bir ödülün şafağına çıkardı. Aynı ödülün bugüne kadar ülkemiz yazarlarından sadece Orhan Pamuk’a kısmet olduğunu söyleyeyim, varın gerisini siz düşünün.


Hakan Günday’ın okuru pataklayan dili en sert insanlık dramıyla buluşunca ortaya uçurum derinliğinde bir edebiyatın çıkması sürpriz değil. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı acılarının Celine’in başyapıtına sebep olması gibi.


“Hayatın cinsel yolla bulaşan ölümcül bir hastalık” olduğunu unutmadan yazıyor. “Hayat o kadar acı bir şey ki onu domuzlara, tavuklara bile layık görmemeliyiz” diyen Kurt Vonnegut’u haklı çıkarmak ister gibi.


Gençlik günlerimizden beri kader bizi yakın tuttu. Türkiye’de ve yurtdışında aynı yayınevlerinde çalıştık. Doğan Kitap’ın on iki yıl önceki bir etkinliğinde tanışmamızı hiç unutmam: Kitaplarını okumuştum ve nasıl biriyle tanışacağımı çok merak ediyordum. Acaba peleriniyle gökyüzünden mi inecekti? Ağzından alevler mi saçacaktı? Hafazanallah, gözlerinden çıkacak ışınların kurbanı olabilir miydim?


Oysa güleryüzlü, gayet hoşsohbet, beş dakikada arkadaş olabileceğiniz, “normal” birisi çıktı karşıma. Ruhunda edebiyatımızın alameti farikası yazar kibrinden eser yoktu. Ama muhabbete başladığında anlıyordu insan, nasıl bir mutantla karşı karşıya olduğunu. Tevazuun özgüvenden geldiğini.


Yıllar geçti, kitaplar yazdık, şarkılar besteledik, hayatlar, şehirler, devirler değiştirdik. Kuşlar gibi geçti zaman…


Askerlik ya da yurtdışı yılları hariç pek uzak kalmadık. Beğendiği bir romanımın arka kapağı için yazdığı yazıda söyledikleri aslında Hakan’ın edebiyat görüşünün nükleer çekirdeğidir:
“Bu roman, hayat hikâyesine hapsolmuş bir yazarın kaçış planı… Ve bize şöyle diyor: Eğer başlangıçta yazma nedenin kendinden kurtulmaksa, er geç yazdıklarına esir düşersin. Onlardan kaçmak için de… Yazmaya devam edeceksin!”


Ara sıra okurum bu paragrafı ve şanslı sayarım kendimi, yazdığım romanı benden daha iyi anlayan bir dosta sahip olduğum için.


En doğru yazar duruşunu onun temsil ettiğini düşünmeden edemem. Sosyal medyayla ilgilenmez (kendisine ait hesapları bile yok!). Edebiyat dışı konularda söz almaya, kendisini göstermeye, siyaset meydanında kalem oynatmaya falan çalışmaz.
Her şey romanının içindedir: Siyaset de, sosyal iletişim de, zafer ya da yenilgi de… Fazlasına ne hacet?


Medyayla yüz-göz olmaz. Bu konuda gerçek bir savunma sporları uzmanı! Hayatı hakkında biyografisinde yazanlar hariç tek bilinen bir zamanlar Antalya’da kuyumculuk yaptığı, fotoğraf sanatçısı Selen Özer Günday ile evli olduğu.


Bu mevzularda soru geldiği zaman hiç tereddütsüz “Benim hayatım önemli değildir!” diyerek kestirip atar. O yüzden ben de burada kesiyorum, müsaadenizle.
Gençliğimizde kendisinin memleketi Antalya’da, Fransız yazar Frederic Beigbeder ile beraber üçlü bir etkinlik yapmıştık.


“İnsanları kışkırtmak için yazıyorum” demişti sözlerine başlarken. “Bu sayede normalde düşünmeyecekleri şeyleri düşünebilsinler diye.”


Geçenlerde Tayyip Erdoğan mültecilere yardımlarından dolayı kendisinin Nobel’e layık olduğunu ima etti. O Nobel alamadı ama ülkesinin bir yazarı mülteciler hakkında yazdığı romanla Medicis Ödülü’nü aldı.


Böylece yeni şeyler düşünme şansı verdi kendisine: Herhalde bir Cumhurbaşkanı olarak ne kadar gurur duysa yeridir.


Ben de gururluyum ama: Çünkü sözümü tuttum ve sonunda meseleyi siyasete bağlamayı başardım!

15 Kasım 2015

bottom of page