top of page

UZUN YOL GÖÇERLERİ

 

Fadime Yıldırım Karoğlu

 

 

 

 

maviADA yolculuğum başladığından bu yana, ne kadar çok edebiyatçı taşındı bu  diyardan. Önce Atilla İlhan havalandı…  Hiç olmayan kadınlarının şuh kahkahaları değildi salt, uğurlayan son yolculuğuna. “Biz sana mecburduk”… “adını ve şiirlerini mıh gibi” içimizde taşıyorduk

 

Herkesin mutlaka söyleyecek bir çift sözü vardı O’nun hakkında. Hiç olmadı bir şiirinin bir mısrasını hatırlardı kuşkusuz.

“Çünkü ayrılık da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hala sevgili! “

 

Ölmesinin üzerinden ay geçmeden maviADA’mızın ilk dosya konuğu olacaktı , sevgili Attila İlhan…

 

 

Sevdalarımız  neye yarardı, emeksiz…Bir anlamı var mıydı aşkın?..  O’nunla anladık. Bizdeki adıyla; “Selvi Boylum Al Yazmalım”. Aragon’un deyişiyle Dünyanın en güzel aşk öyküsü… En özgün adıyla  “Cemile”… “ Cengizhan’a küsen bulut”, “Toprak Ana”, “Gün Olur Asra Bedel”, “Dişi Kurdun Rüyaları”…  Hemen, Kırgız yazar Cengiz Aytmatov geldi aklınıza değil mi?..  Dünyaca ünlü bu Kırgız yazar daha çok bizden biri gibiydi. Eserlerinden bir çoğu sinema filmlerine ilham kaynağı olmuş,  bazılarıysa birebir filme çekilmişti.  Daha sağlığında dünyanın yaşayan en büyük edebiyatçısı olduğu günlerde maviADA hakkında onun da katıldığı bir dosya yapmayı başarmıştı daha 3. sayısında. Talihsizlik buya; “Gün olur asra bedel” in film çekimleri sırasında yakaladı rahatsızlık O’nu. Heyhat, hazan… Bir bir dökülüyor yapraklar durmadan. Göçüp gitmeden değer verildiğini gören ender yazarlardan biriydi Aytmatov. 

Ne zaman Onur Akın’dan o şarkıyı dinlesem  ilkyaz çiçekleri açar içimde ve yeniden aşık olasım tutar…

 

“Ne zaman seni düşünsem

Bir ceylan su içmeye iner

Çayırları büyürken görürüm-

Her akşam seninle

Yeşil bir zeytin tanesi

Bir parça mavi deniz

Alır beni.-

 Seni düşündükçe

Gül dikiyorum ellerimin değdiği yere

Atlara su veriyorum

Daha bir seviyorum dağları “…

 

Ne yalan söyleyeyim; beni yüreğimden yakalayan dizelerin İlhan Berk ’e değil de başkasına ait olduğunu sanıyordum… Buna benzer bir yanlışa başbakan bile  düşebildikten sonra…  Umarım beni affedersiniz. İlham perileri şairlere arada bir gelmiyor, salt onun  içinde yaşıyor anlaşılan. Dizeler insanın aklını başından alıyor. Çoğu  kimin yazdığı önemli de  olmaya biliyor.

 

“ Şiir diye bir şey  olmasaydı İlhan Berk icat ederdi” diyor,Turgut Uyar. Gerçekten şiiri yeniden yeniden icat edip, çarptığını şiire dönüştüren bir şair. Yaşamından aşk hiç eksilmeyen İlhan Berk,  bakın aşk için ne diyor:  “ Aşk bilinen bir şey değildir, biliyormuşuz gibi yapıyoruz…   Aşkın bütün benzersizliği, büyüklüğü; başa gelen bir olay olmasındandır. Tak diye geliyor. Hesaplı, düzenli bir iş değil”…Behçet Necatigil’in ”Şiirimizin uçbeyi”, Cemal Süreya’nın  “Bugün ülkemizde sanat beğenisi en yüksek bir iki kişiden biridir: yazının fena çocuğu” diye adlandırdığı, İlhan Berk, 90 yaşında genç, yaşlı  ne çok  sevgili bırakarak göçüp gitti aramızdan.

 

Hiçbir cinse benzemeyen öyle köklü bir ağaçtı ki, hiç kuruyup,  devrilmeyecek sanırdınız… Sanmam ki şiir  deyince,  Fazıl Hüsnü Dağlarca ismini duymayan olsun. Öyle ki, nerde bir şiir duysanız sizi sizden alan, yüreklerinizi kaldıran, hemen Dağlarca’ya ait sanırsınız. Tıpkı Başbakan’ı yanıltan durum gibi. Yazının diğer bir fena çocuğu da Dağlarca’ydı kuşkusuz.

 

Türkçeyi şiire tam anlamıyla yerleştirme çabaları nerdeyse hiç eksilmeyen Dağlarca, bir yirmi yıl daha ömrü olsa tam anlamıyla başaracağı düşüncesindeydi. Şiir düşünüp şiir yaşadı. Güzele, güzelliklere hayranlığı da tükenmeyen Dağlarca, “Güzel olmayan kadının elini bile sıkmam” diyecek kadar da güzel kadın severdi…

 

"...

Seni

öyle uzun seviyorum ki seni

Ya yaradılışta doğmuşum

ya ölümsüzün biriyim ben…

 

Söyle sevda içinde türkümüzü,
Aç bembeyaz bir yelken

Neden herkes güzel olmaz,

Yaşamak bu kadar güzelken?  

 

İnsan, dallarla, bulutlarla bir,

Ayrı maviliklerden geçmiştir

İnsan nasıl ölebilir,

Yaşamak bu kadar güzelken?"

 

 

Evet yaşamak bu kadar güzelken… Ölümünden önce dilediği gibi; belki bir başka gezegende yeniden…

 

Göçüp gidenler arasında Nazım Hikmet’in Oğlum dediği Yayıncı yazar, eleştirmen, voleybol antrenörü Memet Fuat Bengü de var. Memet Fuat olmasaydı Nazım şiirlerinin ve mektuplarının bir çoğundan haberdar olamayacaktık. Dünya şairi Nazım Hikmet’in sevgili Piraye’ sinin  ilk eşi Vedat Örfi Bengü’den  olan Memet Fuat, yaşamının yirmi yılını Nazım Hikmet’le baba oğul sıcaklığında, O’nun  engin edebi kişiliğinden etkilenerek geçirmiştir. ve O’nun bilinen yapıtlarının yanında hiç bilinmeyen şiir defterlerini ve mektuplarını da edebiyatımıza katmıştır. Altmışlı yıllarda “De” Yayınevini  kurmuş, yaklaşık on iki yıl boyunca Yeni Dergi’yi   çıkararak bir çok genç  kaleme ev sahipliği yapmıştır.

 

Burada dergilerin yazın dünyasındaki gücüne değinmeden geçmemeli… Dün, bugün  bilip, tanıdığımız ne kadar yazar  varsa hepsinin geçmişinde mutlaka bir dergi serüveni yatar. Dergiler edebiyat deryasına kavuşan büyülü ırmaklar gibi gelir bana. Düşünüyorum da maviADA doğup da kıyısında sihirli sularına dokunma şansım olmasaydı  bir de… Yaşamı zenginleştirmek için yollar arayan insanlara en büyük önerim kültür sanatla uğraşmaları. Dergi olmasaydı sadece  ben değil , daha kaç kişi, kendini . yazma yeteneğini keşfedemeden ölecekti, kimbilir.

Yazarlardan daha çok okuduğumuz biri var ki, edebiyatımızda eleştiri diye bir kurum oluşmuşsa onun sayesindedir demek yanlış sayılmaz.  Kimden söz ettiğimi hepiniz anladınız. Herkesin aynı anda Fethi Naci,  dediğini  duyar gibiyim. Yaşadığı günce okumadığı ve ele alıp incelemediği kitap kalmadığını sanıyorum. Okumayı, soğuk kış gününde bir kitaba  paltosunu verecek kadar çok sevdi O. Eleştirmen olarak bir romancı kadar ilgi gören Fethi Naci, geçtiğimiz Temmuz ayında aramızdan ayrılarak, uzun yol göçmenlerinin arasına  katılmıştır. Uğurlar olsun hepinize.

 

Uğurlar olsun yazın dünyasının ulu çınarları…

Benim de öksüzlüğümdü 2008. Doğum günüme iki gün kala canından can katarak beni doğuran annemin ellerinden, ellerinden öperek uğurladım son yolculuğuna…

 

ANNEM’E                                                 

Ördüğün kazaklar yerine

Doğum günüme iki kala

Armağan bırakıp sancılarını

Gidecek misin uzaklara?

 

İçimi kanırtır  bu gitmeler

İslimleri kapkara ağıt kesmiş

Doğduğum gün  müjde taşıyan tren

Son yolculuğa hazırlanır gibi.

 

Kutlayacaktık doğumumun kırk yedincisini,

Güllerinle.

Yedi verenin sarı değil,

Kan kırmızısından hem de

 

Gitme!.

bottom of page